'Tekelistan Hikayeleri'
Keskin ve paranoid bir zeka: Yalçın Küçük... Denge hesabı yapmadan çakan yazar: Nihat Genç... Hareket noktaları aynı: Yoksulların ve ezilenlerin yanı. Ama gidecekleri yerde onları koca bir yalnızlık bekliyor...
Son dönemde... Yani özellikle bankalar operasyonu başlamasından beri, nasıl desem, daha bir ilgiyle, merakla okunduğunu gözlediğim iki yazar var: Yalçın Küçük ve Nihat Genç.
Uzun süre ikisi de "yalnız adam, yalnız aydın" portresi çizdi. Kişisel olarak tanımadığım bu iki yazarın da eminim birçok dostu, arkadaşı vardır; ancak entelektüellik ve üslup açısından yalnız olduklarını sanıyorum.
Bildiğim kadarıyla Gebze Cezaevi'nde hapis yatmakta olan Yalçın Küçük, kısaca "af" denilen "şartlı salıverilme yasası" ile dışarıya çıktı. Ancak keskin ve paranoid zekasının cezaevinin kısıtlı ortamında bile harıl harıl çalıştığı, YGS'den yayınlanan Tekelistan adlı kitabında belli oluyor. Yani önce kitabı çıktı, sonra Küçük!
"Tekelistan"ın en önemli özelliklerinden biri, dünya ile bağı ciddi biçimde sınırlanmış bir aydının bile ne kadar çok fikir üretebileceğini göstermesi. Yalçın Küçük'ü sevmeyebilirsiniz. Ya da (benim gibi) farklı bir siyasi çizgide (hatta karşıtı) olabilirsiniz. Ancak gösterdiği üstün çabaya şapka çıkarmak gerek.
Başka kaynakları da var mı bilmiyorum ama Küçük, sadece birkaç gazeteyi ve sekiz on kitabı okuyarak son derece ilginç tezler öne sürebiliyor. Üstelik bunlar "doğrudan siyasi" de olmayabiliyor. İşte örnek, ama önce kısa bir giriş...
LEYLA GENCER'İN ALBÜMÜ VAR MI?
Sosyoloji eğitimi almama rağmen hiçbir zaman etnik gruplarla ilgilenmedim. Daha doğrusu ilgim antropolojik farklılıklardan öteye pek gitmedi. Bazı İslamcılar'daki Musevi düşmanlığı ya da Kürt milliyetçiliği benim için hep uzak kavramlar ve hisler olarak kaldı. Bir insanı etnik grubu nedeniyle yüceltmeyi ya da aşağılamayı hiçbir zaman düşünmedim (espriler, fıkralar müstesna!).
"Tekelistan"da ise beni çok şaşırtan bir bölüm çıktı karşıma. Yalçın Küçük isimlerden ve gazetelerde çıkan ölüm ilanlarından hareketle Türkiye'deki "Müslüman-Türk" adlı Museviler'in ve Sabetaycılar'ın bir listesini çıkarmayı deniyordu.
Doğru mu yanlış mı, bilmiyorum, ama birçok ünlü kişinin Musevi-Sabetaycı bir kökeni olduğunu iddia ediyordu Yalçın Küçük. Temel varsayımı İslamcılar'ın "onlar birbirini tutar" iddiasından çok da farklı değildi. Ancak iş "somut"a geldiğinde çok ilgimi çeken bir iddia öne sürüyordu. Özetle şöyle:
"Soprano Leyla Gencer, Musevi-Sabetaycı bir kökenden gelmektedir... Aslında sesi iddia edildiği kadar iyi değildir; sıradandır... 'Cemaat'in desteği sayesinde yükselmiştir..." Gayet şematize edersek Küçük bunları söylüyor... Ama ondan sonra da şöyle bir iddiada bulunuyor: "Bir opera tutkunu, Washington, Londra ve Paris'te yaşamış, hep plakçıları dolaşmış birisi olarak, Gencer'e ait hiçbir plak kaydı olmadığını da biliyorum." Özetle, "Müzik şirketleri iş yapacaklarına inandıkları bir kişinin albümünü mutlaka çıkartırlardı; olmadığına göre belli ki onlar da satmayacağını düşünüyorlardı," demeye getiriyor Yalçın Küçük.
Dediğim gibi; Museviymiş, Sabetaycıymış, beni çok ilgilendirmiyor. Ancak Yalçın Küçük'ün öne sürdüğü bu iddianın doğru olup olmadığını da gerçekten merak ediyorum. Sahi, onun hakkında bir kitap (Tutkunun Romanı) yazan Zeynep Oral'ın tabiriyle "Müthiş Türk Kızı" Leyla Gencer'in hiç albümü yok mu? Böyle bir durum varsa, açıklaması nedir?
NİHAT GENÇ ŞAŞIRTIR!
Yalçın Küçük'ün kitabının adı (Tekelistan) içeriğini ne kadar yansıtmıyorsa... Nihat Genç'in kitabı da o kadar yansıtıyor: Memleket Hikayeleri. Ancak iki yazarın ortak bir noktası var: Yoksulun, ezilenin, sömürülenin, aldatılanın yanında olmak... Ancak yaklaşım olarak Yalçın Küçük ile Nihat Genç birbirine taban tabana zıt noktalardan hareket ediyor.
Yalçın Küçük, bir akademisyen olarak, her söylediğinin teoriye uyması, teoriden hareketle ortaya atılması gerektiğini düşünüyor (haklı olarak).
Nihat Genç'in ise teori (kuram) umurunda değil. O eleştiriyor, yerden yere vuruyor, bazen küfrediyor, saldırıyor, hatırlatıyor, utandırıyor... Savruk bir üslupla, bazen düşük cümlelerle, hızını alamadan, savrularak, zekice, aklı fazla önemsemeden, gördüklerine ve duygularına aşırı güvenerek, dengeleri kollamadan, sağcı solcu ayrımı gözetmeden yapıyor bunu.
Nihat Genç'in denemelerinden örnek veremem. Okumak gerek. Ancak şu kadarını fısıldayayım: Trabzonspor şampiyon olduğunda fanatik ve tabii ki erkek taraftarlara, İzmir'deki içgiyim (sutyen, kilot vs.) dükkanını yağmalatan Karadenizliyle karşılaşacaksınız. Sakın şaşırmayın.
TELEVOLE: ÜLKÜCÜ YAPABİLİR
SABAH televole kültürünü manşete çıkardı. Orada yazamadığım bir küçük irdelemeyi buraya almak istiyorum.
MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun şöyle demişti: "Düşünün ki Ankara'nın varoşlarında yaşayan, altı çocuğu olan, evine ekmek götüremeyen birisiniz. Akşam televizyonda televoleleri açtığınızda Türkiye'de 60 kişinin nasıl yaşadığını görüyorsunuz. Ben de olsam belki komünist olurdum." Katılmıyorum. Şöyle:
Batman'daki intiharlar ya kızların evden kaçmasından sonra komünist olmak da televole kültürüne bağlandı. Halbuki televole izlemek değil, tam da evine ekmek götürememek insanı isyana iter. Ve işin daha da ilginç yanı (en azından şimdiye kadar) zavallı Türkiye değil, bu meseleleri kafasına takanlar komünist olmuştur. Yani, dine sarılan, iki göz gecekondusunu apartmana çevirmeyi hayal edenler değil de, Atasagun gibiler solcu olmuştur (ya da kendilerine solcu demiştir) bu ülkede.
Bir ilginç nokta daha: "Aşırı sol" devletle didişirken, yılbaşı gecesi The Marmara Oteli önünde zenginleri protesto edip, camları kıran alkollü grup aynı anda bozkurt işareti yapıyordu. Yani televolenin komünist yapacağını sanmıyorum ama bazı kişileri ülkücü yapıyor galiba!
|