|
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net
)
|
Baş açtırma cezası
Herhangi bir konuda, temelde haksızsanız, ondan sonra o konuda attığınız her yeni adımda, biraz daha batağa batmanız kaçınılmaz olur. Düzeltmeye kalktıkça daha beter eder, tutarlı olmaya çalıştıkça daha tutarsız, daha çelişmeli, daha haksız hale gelirsiniz.
Türban yasağı böyle bir konu. O kadar yanlış, o kadar haksız ki, bu haksızlığın üzerine tutarlı bir "siyaset" inşa edilemiyor. Yasağı veri kabul ederek atılan her yeni adım, "geliştirilen" her yeni politika, durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirip yasağın hukuksuzluğunun teşhir olmasına neden oluyor. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde yaşanan olay bunun son örneği. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz'ın bıkçaklanmasının hemen ardından fakültede türban yasağının uygulanmasına başlanıyor. Çarşamba sabahı okullarına gelen türbanlı öğrenciler kapıda "kapı gibi" bir duyuruyla karşılaşıyor ve İlahiyat Fakültesi'nde bir yıldır uygulanmayan Kıyafet Yönetmeliği'nin 10 Ocak 2001 tarihinden itibaren uygulamaya konduğunu öğreniyorlar.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin: Bu uygulamada herhangi bir tutarlılık var mı? Eğer öğrencilerin türbanla okula girmesi yönetmeliklere göre yasak idiyse bir yıldır aklınız neredeydi? Eğer bu yasağı bir yıldır "İlahiyat Fakültesi'nin özel konumu dolayısıyla" uygulamaya sokmadıysanız, şimdi nasıl sokuyorsunuz?
Dekanı bıçaklandı diye İlahiyat Fakültesi'nin özel konumu mu değişti? Din eğitimi yapan bir fakülte olmaktan mı çıktı? Yoksa, Dekan'ın bıçaklanmasından türbanlı öğrencileri mi sorumlu tutuyorsunuz? Eğer öyleyse, hem yargısız infaz yapıyor, hukukun en temel ilkesi olan "suçun bireyselliği" ilkesini ihlal ediyorsunuz, hem de bu arada baş açtırmayı bir ceza olarak uyguladığınızı itiraf etmiş oluyorsunuz.
***
Sayın yasakçılar;
Türban konusundaki uygulamalarınız sadece İlahiyat örneğinde değil, hergün, her yerde isyan ettirecek tutarsızlıklar, çelişkiler taşıyor. Başı örtülü kadına gazetecilik yapma hakkı tanıyor ama sarı basın kartı vermiyorsunuz. "Türbanın kamuda yasak" olduğunu söylüyor, ama kamuda çalışan memurun devletle hiç ilişkisi olmayan karısının örtüsüne karışmıyorsunuz. Özel bir işletme olan dersanelerdeki öğretmenlere baş açma zorunluluğu getiriyor, başka işletmelerdeki kadınlara getirmiyorsunuz. Hadi, başörtüsü takmayı, devlet görevlileri açısından bir anlamda "taraf belli etmek" (hakimlerin ihsas-i rey'de bulunması gibi bir durum) olarak ele aldığınızı, bu açıdan da devletin laik (inançlar karşısında yansız) tutumuna aykırı bulduğunuzu düşünelim. Ama öğrenciler devlet görevlisi değil ki! Devlet hizmeti vermiyorlar ki! Onlar okula gitmekle sadece devletten hizmet almış oluyorlar. Dolayısıyla durumlarının, adliyeye giden, vergi dairesine giden, devlet hastanesine giden vatandaştan hiç farkı yok.
Peki o zaman, nasıl oluyor da, devletin hastanesine giden kadını başını açmaya zorlamıyorsunuz da, devletin okuluna gideni baş açmaya zorluyor, onun hizmet almasını engelliyorsunuz?
Bu tutarsızlığı nasıl açıklıyorsunuz?
***
Türban yasağı belasını demokrasimizin başına saranlara açıkça söyleyeyim ki, bu konuda kendi içinizde tutarlı olabilmenizin sadece iki yolu vardır. Ya, bu yasağı toptan ve her yerde kaldırır, insanların kılık kıyafet özgürlüklerine hiçbir yerde el uzatmazsınız; Ya da evlerin dışında her yerde tümüyle yasaklar, böylece, Talabani'nin yaptığını tersten yapmış, Türkiye'yi kocaman bir kadınlar hapisanesine çevirmiş olursunuz.
O zaman da bunun siyasi bedelini öder, kurduğunuz rejimin adının konulmasına razı olursunuz. Ama canınız isteyince yasaklayıp canınız isteyince serbest bırakarak, yasaları ve yönetmelikleri istediğiniz yerde istediğiniz gibi yorumlayarak; paşa gönlünüz isteyince gevşetip istemeyince sıkılaştırarak; çok zorda kalınca kendi yönetmeliklerinize karşı takiye yaparak durumu idare edemezsiniz.
Temel bir insan hakkıyla böyle oyuncak gibi oynayamazsınız.
|
|
Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|