Bir deli bir otele taş atmış..
Sanırsınız ki, dünya yeniden 1917 günlerine dönüyor.. Aman efendim ne yorumlar yorumlar..
Sadece Taksim'de, sadece İstanbul'da, sadece Türkiye'de bile değil.. Bütün dünyada sınıflar savaşı öyle boyutlara ulaşmış ki, küresel bir patlama yakınmış..
Vallahi abartmıyorum. Buraya kadar yazdılar..
Sebeb.. Yılbaşı gecesi, içkiyi fazla mı kaçırmış, yoksa tahrik mi edilmiş, yoksa "Vurun kahpeye.." hesabı birisi bir taş atmış da etraftakiler de bunu fevkalade eğlenceli bulup, birkaç taş da onlar mı atmışlar belli değil..
Haberi doğru dürüst bir tek gazetede okudunuz mu?.. Bir tek televizyonda dinlediniz mi?.. Yılbaşından bunca zaman geçti.. Taş atanlardan biri ile bir tek gazeteci konuşup "Sen ne yaptın" dedi mi?..
Yoo..
Haberde hani o 5 N, bir K hesabı vardır..
Kim.. Ne.. Nerde.. Ne zaman.. Nasıl.. Niçin?..
Kim belli değil.. Nasıl belli değil.. Niçin belli değil.. Olay belli değil..
Yorum "Dünya devrime gebe.."
Peki devrimi kim kışkırtıyor?..
Televole programları.. O da benim sevgili Dostum Şenkal Atasagun'un, laf ola beri gele mi, yoksa şaka diye mi söyledi, yoksa, MİT'i kullanıp ciddi ciddi bir araştırma yaptırdı da, onun sonucunu mu açıkladı belli değil..
Televoleleri eleştirmek modasına MİT Müsteşarı da uymuş belki..
Televole kültürü diyoruz.. Taksim'de oteli taşlayanları bu programların kışkırttığını iddia ediyoruz.. Basit bir eğlence programına, neler yüklüyoruz..
Gülerek, eğlenerek izlenen bir programdan bu sonuçları çıkartmak için insanın kendisini fazla zorlaması gerekir.. Kışkırtma, Reha Muhtar'ın Ana Haber bülteninde yaptığı.. Çarşamba gecesi izlerken, şaşırmadım aslında.. Kopenhag'ı biliyorum.. Şimdi sıra milleti Beyoğlu barlarına salmaya geldi. Bir gece İstiklal caddesinde kamera kurup canlı yayın yaptın mı, Sadettin'i de ortaya saldın mı biter gider.. Alabildiğine marjinal bir eğlenceyi, toplumun büyük bir kesiminin yaşam tarzı imiş gibi fevkalade tahrik edici mizansenlerle sunmanın adı, dünyanın neresinde habercilik?..
Televole bu değil.. Televole hatta sanıldığı gibi, sadece alt sınıfların merak ve heyecanla beklediği, izlediği bir program da değil.. Baş rollerde Hakan Şükür ve Alpay varken belki öyleydi.. Şimdi, Televole seyircilerinin kim olduğunu anlamak için, Sabah, Star, Milliyet, Hürriyet, Posta gazetelerinin Pazar günleri yayınladıkları Şamdan ve taklitleri yayınlara bakmak yeterli..
Televoleler nasıl 100 kişi etrafında dönüyorsa, bu dergiler de aynen onları takip ediyor.. Sağdan say, soldan say, 100'ü bile bulmaz soyunan kızla, bu soyunan kızlara bol para yedirerek yanlarında dolaşan ve bu sayede TV ve gazetelerde resimlerinin yayınlanması zevkini tatmin eden Playboycuklar..
Şimdi tanesi bir milyon lira olan bu Basılıvoleleri gecekondu semtleri mi alıyor sanırsınız?..
Bir küçük çember kendi arasında dönüyor.. Dönsün.. Dünyanın her yerinde oluyor bu, bize has değil.. Meraklısı izler, istemeyen izlemez.. Güler geçersin.. O kadar basit.. İte kaka pireyi deve yapmanın, kimsenin aklından geçmeyen şeyleri normal ve haklı gelişmeler ve tepkiler diye sunmanın alemi yok..
Bir deli bir taş atınca kırk akıllı çıkaramıyoruz.. Ya kırk deliyi taşa tahrik ve teşvik edersek ne olur?..
Bu arada, Şansal'ın Güngör Mengi'ye verdiği çirkin yanıtı hiç okumak istemezdim. Bu Güngör'e yanıt değil, bir yerden bir işaret almış gibi, sadece Güngör'e değil, tüm Sabah ailesine, dergileri ve televizonu ile medyanın nerdeyse üçte birine kin, nefret, öfke, kıskançlık kusmak sanki..
Şansal, spor yazarlarına Televole'yi başka türlü anlatıyor "Matah birşey yapmadığımızı biliyoruz, ama AGB adlı reyting gurubu bu rakamları verdikçe başka türlü program yapamamıza imkan yok" diye alenen özür diliyordu çünkü..
Doğrusu da oydu. Çünkü Şansal, bu ülkenin en düzeyli spor (Dikkat edin futbol değil) programlarını yapıp yönetecek birikime sahip bir spor şefiydi.
Ama reyting, reytinge bağlı reklam, reklama bağlı yaşam, onu kafasındaki değil, geçerli olan programı yapmaya zorluyordu.
Köprüden geçmenin bedeli..
Köprüden geçişle ilgili açılması gereken kampanyalar var, demiştik.. 2 dolarlık dünya ölçülerine göre gerçekten ucuz geçiş ücretine saldırmadan önce..
Köprü 1972'de açıldığında, bugünkünden pahalıydı aslında.. O zaman da aşağı yukarı 2 dolardı da, iki dolar o zaman neydi?.. 1972'de 20 dolara kaldığımız Frankfurttaki otele geçen kış uğradım.. 250 dolar olmuş, 2 binde..
Dolardaki 30 yıllık enflasyonu da hesaba katarsanız, köprü her yıl ucuzluyor aslında..
Efendim, köprüye bizden fazla ödeyen ulusların ortalama milli gelirlerine bakmış mıyız?..
Köprüden arabasına tek başına kurulup, elinde cep telefonu ile geçen millet değil ki?.. Ayda 250 dolar, yani 300 milyon kazananın otomobili mi var?.. Arabayı boş verin.. Hergün köprüden geçenin ödemesi gereken benzin parası 300 milyon lirayı geçer?.. Bu parayı kimler verebilir?.. Millet mi?.. Arabaya paran var, benzine paran var.. Köprüye gelince sefalet edebiyatı.. Güldürmeyin beni..
***
Köprüden geçişle ilgili açılması gereken kampanyalar var.. Bunlardan birincisinden geçen yazımda söz ettim.. Kent yönetiminde köprünün politika olarak uygulanması.. Politika, polis'ten, yani şehirden kentten gelir derler.. Politika kent yönetimidir.
İstanbul'da en büyük sıkıntı trafik değil mi?. Onun kadar önemli bir sıkıntı, egzos dumanları ile havanın zehirlenmesi değil mi?.
Bu iki sebeble trafiğin azaltılması kampanyası açan, İstanbul Valisini Tek Çift plaka uygulamasına zorlayanlar bizim arkadaşlar değil mi?.
Trafiğin azalması gerektiğinde birleşiyoruz.
Bu iki türlü yapılır..
a)Yasaklarla.. Tek çift gibi.. Bunun ne derece başarılı olacağı da tartışılır.. Ama otomobil satışlarını fevkalade arttıracağı kesin.. Mutlu azınlık ikişer araba sahibi olmaya başlayacak.. Tek ve çift plakalı..
b)Politikalarla.. İşte bu yönetim sanatı gerektirir.. Hiçbir yasak koymadan, İstanbul'da her sabah trafiğe çıkan araba sayısı azaltılabilir.. İki radikal, ama yürekli, ama takip edilecek önlemle.. Birincisi, köprüden tek başına geçişi pahalı hale getirmek.. İkincisi kentin yoğunluklu merkezlerinde, yollar üzerinde araba bırakılmasını yasaklamak.. Alış veriş merkezlerine yakın yerlerde en fazla bir saatlik ve uzatılması mümkün olmayan paralı park uygulamasına girmek.. Bunlar benim keşiflerim değil. Gidip geziyor, görüyorum.. Uygar ülkeler, insanların tuvalete bile araba ile gitme meraklarının önünü kesmek ve kente hava aldırmak için, özel araba kullanımını fevkalade güçleştiriyorlar.. Tabii buna paralel, toplu taşımacılığı fevkalade kolaylaştırarak..
Biz bunları yapabilir miyiz?..
Medya sorumluluğunu bilir ve bu konunun üzerine ısrarla giderse evet.. Gitmezse.. Gitmezse, o zaman işte böyle günü kurtarmaya bakar..
Peki, uzak görüşten caydık.. Günü kurtarmayı biliyor muyuz?..
Hayır.. Onu da bilmiyoruz.. Abesle iştigal kolayımıza geliyor. Oysa bugünü kurtaracak yığınla önlem var, aldırabilsek..
Bu konu haftaya devam edecek..
İkinci Bahar!..
Son yılların en çok izlenen, en beğenilen dizisi dün gece bitti.. Niye bitti?..
Bir dizi reyting rekorları kırarken biter mi?..
Dünya dizinin değerini "Bilmem kaç yıldır oynuyor" diye ölçerken, bizdeki o "En iyi zamanında bitsin" aptallığı gerekçe olur mu?..
"En iyi zamanında bırak" diye diye kaç sporcunun başını yedik, sıra geldi, tv programlarına..
Mustafa Oğuz'a sordum..
"Biz bu diziyi 30 bölüm falan planlamıştık.. Ana kahramanlar, yan unsurlar dahil herkesin öyküsü, bu 30'uncu bölümlerde tamamlanacaktı. Senaryo ona göre yazıldı. Herkesin öyküsü bitince yazılacak şey kalmadı, dizi doğal olarak bitti" dedi..
"Öyle şey olur mu" dedim.. "Eloğlu tuttuğunu görünce, ölüleri diriltiyor, devam etmek için.."
"Öyle" dedi, Mustafa.. "Ölüm bölümü rüya yapılıyor hatta.."
"Eeee.." dedim..
"Aslında sanatçılar çok yoruldular" dedi, bu kez..
"İyi iş yapmak için yorulacaksın. Bunu en iyi sanatçılar bilir.. Bu kadar yoruldular da karşılığını almadılar mı?.. Maddi manevi hem de.. Bugün bütün Türkiye onları konuşuyorsa, boşuna yorulmadılar demek.."
Hayır, Mustafa beni ikna edemedi.. İkinci Bahar boşu boşuna bitti..
Dileriz, dün geceki bölüm Ali Haydar'ın rüyası olur da, efsane havasını kaybetmeden yeniden başlar..
Bu arada..
Başarının sırrı mı?..
Böyle bir sır yok..
Türkan Şoray ve Şener Şen olmasa, İkinci Bahar olurdu, diyen varsa, böyle buyursun!. Gerisi yapımcının doğru insanları, doğru zamanda, doğru yerde buluşturması..
Bir adım attık!..
Önce Boğaz yolundan geçerken binayı gördüm.. Scene adlı diskonun denize bakan yüzünü boydan boya kaplayan apartman boyundaki içki reklamı kaldırılmış, binanın cephesi ortaya çıkmış.. Kovboy filmlerindeki hayalet binalar gibi köhne.. Böyle tutma hakları da yok.. Beşiktaş Belediyesi bu cephenin pırıl pırıl olması için diskocuları zorlamalı. Ya da yasal yetkilerini kullanıp, kendi yaptırmalı, parasını onlardan tahsil etmeli.. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül bunu yapıyor..
Büyükşehir Belediyesi diyor ki, "Bu binaya bu reklam panosunun asılması iznini biz vermeyiz. İlçe belediyeleri verir. Bizden sadece görüş alınır. Oysa bizden bu konuda alınmış görüş de yoktur. Tasarruf doğrudan Beşiktaş belediyesine aittir. Ayrıca bu binanın cephesi için bir imar planı değişikliği de yoktur." Yani değişiklik kaçak üstelik.
Peki kim kaldırtmış?..
Gene Anakent.. Boğaziçi İmar ve Kontrol Dairesi ekipleri, bizim yazımız üzerine, İstanbul'un en işlek yolundaki dağ gibi panonun varlığını aylar sonra farketmiş ve hemen indirmişler.
İçki reklamı gitti, altından leş çıktı. Şimdi bu leş adam edilecek bir.. Yol boyu sıralanan çöp konteynerlerinin yarattığı pislik de izlenecek iki..
Peşini bırakmayacağız..
BİZİM DUVAR
Türk Telekom GSM 1800 şirketinin adını Ay-cell koydu. Reklamlarında da Aysel Gürel oynar artık..
Hakan&Utku
SEVDİĞİM LAFLAR
Verenler herşeye sahiptir. Saklayanlar hiçbir şeye..
Hint Atasözü
TEBESSÜM
Temel'e sormuşlar,
-Senin için borçlarını ödemez diyorlar.
-Ben sadece eski borçlarımı pek ödemem.
-Yenilerini?
-Onları da eskitirim.