Öykü Yeni Yüzyıl'a başlamıştı, Yeni Binyıl'la devam etti. Siyaseti okumak, siyaseti belirleyen toplumsal hareketleri sezmek, demokrasi ilkesi etrafında tahliller yapıp, gerektiğinde tavır almak üzerine kuruluydu.
Coşkulu günleri, sert polemikleri oldu. Hataları sevapları; inişleri çıkışları oldu.
Önce Yeni Yüzyıl, ardından Yeni Binyıl iz bırakarak tarih sayfalarında yerlerini aldılar. Öykü şimdi Sabah gazetesinin sütunlarında devam edecek.
Bu, benim öyküm... Bir de Türkiye'nin öyküsü var...
O, benden de, sütunlardan da bağımsız bir öykü... Ülkenin sabit sorunlarıyla, ağır aksak değişim trendiyle, güç paylaşımından doğan yoğun çatışmalarıyla, kendisini dayatan, içindeki oyuncuları aşan ve kuşatan bir öykü... "Beni kaldığın yerden okumaya, anlamaya, anlatmaya devam et" diyen bir öykü...
Devam edeceğiz...
Yazıya verdiğimiz iki günlük zorunlu arada, ülke, iç dengeleri açısından son dönemlerin en önemli gelişmelerinden birisine sahne oldu.
"Beyaz enerji operasyonu" gerek "yapılış nedenleri", gerek işin içine jandarmayı katan "yapılış biçimi", gerekse yol açtığı "siyasi gerginlikler"le Türkiye'nin en ciddi sorunlarından birisine gönderme yaptı. "Rejim tartışmaları"na yol açtı. Bu açıdan bir hareketlenmeye yol açtı.
Sözü uzatmadan işin özüne geçelim...
Sonuçları açısından hemen herkesin hemfikir olduğu bir gerçek var Türkiye'de.
Bu gerçek, siyasete ait yetki ve görevlerin siyaset ve siyasetçinin dışında oluşan bir devlet alanı içine hapsolması, siyasetin devlete devletin ise askere endekslenmesi gerçeğidir.
Oysa çağdaş dünyada, siyaset, toplumun meşru ve demokratik nitelikli taleplerinin, temsil ve katılma araçlarıyla siyasi kararlara dönüştürülmesi ifade eder siyaset.
Ama Türkiye'de siyaset artık bu anlamı ifade etmiyor..
Son tartışma da bu duruma yönelik sonuçları açısından önemlidir:
Siyaseti devre dışı ilan eden bir açıklama, içeriği ve şekli itibariyle iktidar partilerinin ortak tepkisine yol açmıştır. Hemen ardından bu tepki, "siyasetçinin kendi alanını koruma girişimi"ne dönüşmüştür.
Bu çerçevede uzun süre sonra ilk kez sivil siyasetçiler ile askeri otorite uzun süre sonra ilk kez göğüs göğüse gelmiştir.
Yine uzun süre sonra ilk kez, askeri otorite geri adım atmış, en azından aşırı siyasallaşma ortamında kendi içinden çıkan çatlak seslerin farkına varmak durumunda kalmıştır.
Bu çerçevede Ecevit ve Yılmaz'ın tutumları yerindedir.
Ancak yine de bilmek gerekir ki, sorun siyasi alanın korunmasından ibaret değildir.
Zira siyaset sadece alınmış kararların uygulanması süreci değildir.
Örneğin; büyük kentlerde gecekonduların yaşadığı gerçekler de siyaset alanına girer. Siyaset ekonomik sorunlara, ekonomik; külterel sorunlara kültürel çözümler bulur. Çünkü katılım ve uzlaşma mantığı üzerine oturur. Aksi takdirde, ekonomik ve kültürel sorunlar asayiş sorunu olarak görülür; bu da sorunları azdırmaktan başka işe yaramaz.
Örneğin; enerji sektörünün milli ve stratejik bir sektör olarak tanımlanıp, siyaset alanından devlet alanına çekilmesi gayretleri de, siyaseti ilgilendirir...
Siyasi alanı daraltan, siyasetin saygınlığını azaltan gayretler asıl bu tür yapısal gayretlerdir.
Siyasetçilerin siyasi iktidarın özerkliğini kadar, devlet iktidarının kullanımı ve yetkilerin dağılımı konusunda hassas olması gerekir. Yoksa, böyle durumlarla karşılaşmaları kaçınılmaz olur.
Yöntem de ortadadır: Son örnekte olduğu gibi yöntem siyasi konsensüstür....
Siyasi konsensüs ortaya çıkınca; siyaset, toplumsal yönleriyle kucaklanınca, rejim askerileşmekten de korunur, radikalleşmekten de...