Kumanda odası ve düğme
"DÜĞMEYE kim bastı" kavgasını ibretle izliyoruz.
Yıllardır bu ülke siyasetinin kumanda odasında Silahlı Kuvvetler'in oturmasına -kendileri de o odadaki taburelerden birine ilişebildikleri sürece- hiç itiraz etmeyenler şimdi kalkmış "düğme" tartışması yapıyor.
Kumanda odasında kim oturuyorsa düğmeye de o basacak. Bunda şaşacak ne var?
Refahyol'un yıkılması için de düğmeye basan onlar değil miydi?
Merkez sağın yeniden dizaynı nerede planlanmıştı?
Kürtçe TV konusunda düğmeye son basan onlar olmamış mıydı?
Kopenhag Kriterleri'nden hangilerinin kabul edilip hangilerinin kabul edilemez olduğunu da onlar dikte etmemiş miydi?
Ecevit ya da Yılmaz neden o zaman böyle celallenmemişti?
Silahlı Kuvvetler bünyesinde ekonomiyi ve para hareketlerini izlemek üzere EMİM adında bir birim kurulduğu iddiaları ortaya atıldığında neden kimsenin umrunda olmamıştı?
Yoksa bu düğme harekatlarının hiçbiri, enerji ihaleleriyle ilgili söylentilerin zaman aşımına beş kala kurcalanması kadar kritik ve stratejik değil miydi?
***
Ülke değişim sancıları içinde kıvranıyor.
Ve yolsuzluğa karşı mücadele bugün değişimin kilit halkasını oluşturuyor.
Bu değişimin altına kim imzasını atacaksa, temiz topluma kimin yönetiminde ulaşılacaksa, o iktidar olacak.
Bunu herkes iyi biliyor. Adı açıklanmayan askeri yetkili de, Mesut Yılmaz ve Ecevit de...
İşte düğme kavgası burdan kopuyor.
Bir yanda "değişim lazımsa onu da biz yaparız" diyen kuvvetler; öte yanda bir süredir gözden düştüklerini hisseden, bu yüzden de yolsuzlukla mücadele şampiyonluğunu diğer cenaha kaptırmaktan ödü kopan bazı siyasetçiler...
Bu korkuya, içlerinden bazılarının eski defterlerin karıştırılması konusundaki şahsi endişeleri de katılınca panik artıyor.
Ve bu panik sonucu, kafalarında birdenbire bir ampul yanıyor. Yıllardır zifiri karanlıkta kalmış beyinleri kamaşıyor. Karanlığın kötülüklerinden, aydınlığın faziletlerinden sözetmeye başlıyorlar.
***
Yıllardır anlatmaya çalıştığımız şu ki, bir ülkenin iki ayrı kumanda odası olmaz. Bir tane olur. Eğer böyle zannedenler varsa, onların oturdukları oda, göstermelik bir kumanda merkezidir. Önlerindeki düğmeler de aslında hiçbir şeye komuta etmeyen sahte düğmeler.
28 Şubat siyasetçileri, ülke yönetimini Silahlı Kuvvetlerle kardeş kardeş paylaşabileceklerini düşündüler.
MGK'yı bal gibi icra yetkisine sahip bir organ haline getiren, MGK yasasından şikayetçi olmadılar. Bu yasayla MGK'nın bakanlıklar dahil neredeyse bütün kurum ve kuruluşları başbakan adına denetleme yetkisine sahip olmasında sakınca görmediler.
Milli Güvenlik Siyaseti ve Özel Milli Siyaset Belgeleri adı verilen gizli hükümet programlarını sineye çektiler.
Şimdi bütün bunlar olmamış gibi kalkıp "zayıflatılmış siyasi yapı"dan, "siyasetin yıpratılmasından" sözediyor ve bizim bu demokrasi gösterisini ciddiye almamızı bekliyorlar.
Evet saf olabiliriz, Ama bu kadar değil...
Açıkça görülüyor ki, Mesut Yılmaz'ın derdi düğmeye kimin bastığı değil, kimin için bastığı...
28 Şubat siyasetçileri boşu boşuna bizi "kırk katır mı kırk satır mı" ikilemi içine hapsetmeye; darbeyle korkutup kirli siyasetçiye razı etmeye çalışmasınlar.
Biliyoruz ki, bir alternatif daha var.