Kalkınmanın yolunu bulduk..
Doğu batı sentezi.. Az biraz da fantazi.. Biraz döviz, biraz borç.. Biraz da yaratıcılık.. İşte sonuç.. Hem insanları mutlu ediyorsun hem de para kazanıyorsun.. Biraz salladık ama örneğimiz olayı daha iyi açıklayacak..
Kim bu memleketin kalkınmadığını, geri kaldığını söylüyorsa gözüne dizine dursun.. İstemezlere lafım yok..
Onların kavli belli.. Lakin bir de dolduruşa gelip ileri geri dil oynatanlar var.. Sözüm bunlara..
Adım gibi biliyorum, eğer Atışalanı'ndaki Yüksel Düğün Salonu'nu görselerdi, günde üç vakit nedamet getirirlerdi..
***
Atışalanı İstanbul'da bir semtin adı.. Düğün Salonu bu semtin manevi sınırları içinde bulunuyor.. Orta Anadolu'nun iri kasabalarındaki yapılaşmayı hatırlatan semtin orta yerinde farklı bir mimari rüzgar estiriyor..
Binayı yapanlar salonun iç hacmini biraz geniş tutmuşlar.. Tam 1200 davetli rahatça ağırlanabiliyor..
Şimdi "Ulan, orta sınıfın oturduğu bir semtte 1200 kişilik düğün salonu olur mu? Kraliçe Elizabeth dul kalan oğlu Charles'a Atışalanı'ndan kız mı isteyecek?" diye düşünebilirsiniz..
Matematik olarak bu da bir ihtimal..
Rekabet iyi şey..
Ancak salonun bu kadar geniş tutulmasının sebebi başka.. Bir kere mekan sahibi bizim insanlarımızın ruhunu iyi tanımış..
Tekstilde, gıda sektöründe, hava taşımacılığında nasıl İngiliz firmaları ile rekabet edebiliyorsak evelallah düğün dernek işinde de İngiliz aristokratlarından bir cırtım geri kalmayız..
Evet, kılık kıyafetçe biraz sıradışı sayılırız ama kelle sayısına geldiğinde baskın bile çıkarız.. O yüzden 1200 kişilik salon tam ihtiyaca göre..
Görmeyenler için yazıyorum..
Salonun içi baştan sona ak mermer.. Giriş kapısı fotoselli.. Yani bir adem kişi kapının yamacına geldiğinde kanatları kendiliğinden geniş bir lobiye açılıyor..
İçeri girdikten sonra mermer zeminde yürüyorsunuz.. İki tarafta mermer sütunlar var.. Sütun başlıkları İon tarzı.. Mekana ilk kez gelenler, böylece bu sütunların düğün salonu sahibine İonyalı atalarından miras kaldığını düşünebilirler..
Modern teknoloji ile antik kültürün harman olduğu bu lobiden geçip merdivenlere ulaşıyorsunuz. Geniş mermer basamakları "tek tek basıp, bade süzüp" geçtikten sonra salona iniyorsunuz..
***
Lobide duran genişçe masaya bir mana veremedim..
Sordum.. Düğün salonunun sahibi oturuyormuş.. Giren çıkan böylece bu görkemli yapıyı Atışalanı gibi mütevazı bir semte kimin kazandırdığını anında görebiliyor..
Zaten mal sahibi de mesuliyetini bilen bir zat.. Düğün günleri o masada oturup davetlileri süzüyor, kimin kız tarafından kimin oğlan tarafından olduğunu teşhise çalışıyor..
Merdivenlerde kalmıştık..
Merdivenlerin ki tarafı çiçeklerle bezenmiş.. Özellikle de sütunların tepesinden öbek öbek sarkan çiçekler, evlenen çiftlerde "kırda piknik yapıyor.." duygusu yaratıyor..
Tabii ki çiçekler laylon.. (Naylon da denir..)
Laylon olması daha pratik.. Bir kere sulama masrafından ve angaryasından kurtuluyorsunuz.. Artı, mevsimi geçince solmuyorlar..
Bizim halkımızın bir acaip huyu da bedava çiçek bulduğu zaman önüne gelene vermektir.. TV'lerdeki eğlence programlarında görüyorum.. Stüdyodaki masalara konan çiçekleri kalkıp kalkıp şarkıcılara uzatıyorlar..
Sonra da parası ceplerinden çıkmış gibi, kırıta kırıta yerlerine oturuyorlar.. Şarkıcı için ayrıca bir ızdırap.. Elinde biriken çiçeklerden reçel yapacak değil ya! Seyirciye ayıp olmasın diye yere de atamıyor.. Bir bela yani..
İkram çok özel
İşte Atışalanı düğün salonu işletmesi bu ayrıntıyı da düşünmüş.. Plastik çiçeği koparıp, düğünü şenlendiren şarkıcıya vermek yasak.. İlle de şarkıcıya çiçek vereceğim diye tutturan çıkabilir, diye düşünüldüğünden "demirbaş çiçek buketleri" hazırlanmış..
İkramı az bulan pisboğaz davetliler çiçek yapraklarını koparıp koparıp yemesin, diye jelatine sarmışlar.. İhtiyaç halinde bu küçük buketleri idareden alıp, şarkıcıya verebiliyorsunuz..
Garsonlar buketleri bir süre sonra geri toplayıp, muhafaza altına alıyorlar.. Bu sayede bir buketle onbeş yirmi şarkıcıyı mutlu etmek mümkün oluyor..
Garsonlar dirseklerine kadar beyaz eldivenli.. Belli ki kısa erkek eldiveni pahalı gelmiş.. Salı pazarından ucuz kadın eldiveni tedarik edilmiş..
Fakat burada teknik bir problem çıkmış.. Uzun gömlek giyildiğinde, yen içinde kalacak olan eldiven görünmeyecek.. Bu yüzden de yatırımın zenginliği farkedilmeyecek..
Buna çare olarak da garsonlara kısa kollu gömlek giydirilmiş..
***
Düğün için salonu tutanlar komple bir anlaşma yapıyorlar.. Yani orkestradan ikrama kadar herşey müesseseden..
Misafirlere genelikle pasta ve soğuk oralet ikram ediliyor.. Plastik bardaklar kullanıldıktan sonra atıldığı için bulaşık derdi yok.. Pasta ikramının güzel tarafı ise kilo problemi yaratmaması..
Servis yapılan pasta dilimleri o kadar ince ki insanın aklına "Acaba pastırma makinasında mı kıydılar?" sorusu geliyor..
Burasını diğer salonlardan ayıran en müthiş özellik ise dev bir ekran.. Hani multivizyon gösterilerinde kullanılan cinsten..
1200 kişilik bir davetli topluluğu içinde; geline kimin ne taktığını takip etmek zor.. Fakat bu dev erkan sayesinde en küçük bir ayrıntı bile gözlerden kaçmıyor..
Anlayacağınız damadın yakasına 1 milyonluk takıp, ortalık yerde 10 milyona kıymışınız gibi hava atmanız imkansız..
Şahsen ben bayıldım bu salona.. Hükümetin yerinde olsam burasını koruma altına alır "Doğu-Batı sentezinin" en müstesna örneği olarak turizme açarım.. Gelen görsün, giden görsün..
Namımız yürüsün..
Masa üstünde pekmez, bir salon bize yetmez..