kapat

Pazar Eki
31.12.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Yılbaşı Beyaz Ruslarla geldi
Cumhuriyet öncesi yılbaşı, Sene-i Maliye olarak bilinirdi. Beyaz Rusların akını ile bu kutlamabize de sirayet edecekti

Sene-i maliyenin başı, Mart ayının başı sayıldığından, o gün sadece Balıkhane'de kurbanlar kesilir, dualar okunurdu.

Özellikle İstanbul gibi çeşitli inançların yaşadığı şehirlerde her topluluğun ayrı bir "yılbaşı"sı ve kutlama biçimi vardı. Beyoğlu gibi merkezlerin yılbaşı hareketine sefahathane ve kumarhane gibi benzeri mekanlarda rastlanırdı.

Peki ne olmuştu da yılbaşı adeti Müslümanlara sirayet etmişti? Cevabı Refik Halit Karay şöyle veriyor:

"Mütareke devrinde bilhassa çok kullandıkları o sözden dolayı kadınlarına 'Haraşo' dediğimiz beyaz Rus akını başladıktan sonra, yerli etkaliyet hafifmeşreplerini itibardan düşürmüştü.

Mütareke yılbaşlarına kadar bizler, saat ikiyi çalarken ışıkların söndürülmesi düzenbazlığını bilmezdik; limandaki vapurlarında bu merasime düdük çalarak katılmalarını yine o işgal yıllarında öğrenmiştik." (Panorama Dergisi, Sayı 9, 1955)

Halkı Beyoğlu tarafına çeken Haraşolardı. Bir bölümü Çemberlitaş civarındaki halk tipi eğlence yerlerinde görülürken, aseleten sınıf atlamış dilberler ile soylular Beyoğlu kumarhaneleri ile içkili eğlence yerlerinin müdavimleri olmuştu. Odesa'dan gelen vapurlar İstanbul'a sayısız Beyaz Rus kadını getiriyordu. Yazar takımı, bu dilberler takımını "Açık sarı saçlı, pürüzsüz tenli, harikulade endamlı, menekşe gözlü güzeller" diye tavsir edecek ve diyeceklerdi ki: "Şaşırıp kaldık... Nereden inmişti bunlar? Göklerin kaçıncı katından"

Huri akını haftalarca devam etmiş, sonrasında apoletleri sökülmüş generaller ile miralayanların sokak aralarında "Punçi" denilen pastalar ile madalyalarını satmalarına İstanbullular şahit olmuşlardı. Şahitler, kadınların da meyhane ve kumarhanelerde bedenlerini sattıklarını göreceklerdi.

BALOYA RAĞBET
"Tarihe mim koymamız lâzım. Zira şehrin ananesi o yıldan itibaren sarsılmış, Haliç'in öte yakasındaki Müslüman İstanbul yine bu tarihte Beyoğlu tarafına göç etmeye başlamıştır. Şişli'nin keşif şekilde Müslümanlaşması da bundan sonradır. Beyaz Rus akını, hiç şüphesiz İstanbul'un zevkini değiştirmiş, Frenkvari gece eğlencelerine ilk kapıyı açmıştır.

Arkasından gelen Garplılaşma hareketi, kaç göçün kalkması, balolara rağbet bize tabiatıyla yılbaşı geceleri sabahlama adetini de kabul ettirdi. Ama dikkat ediniz; bu adetin sadece eğlence tarafını almışızdır. Zira bizdekinin Hıristiyanlardaki gibi dinle hiç alakası yoktur, hayır ve hasanet işlemekle de, hele bir hafta evvel gelen Noel ile de..." İşte Refik Halit Bey'in çoğunluğun paylaştığı görüşü budur.

Şeytanın akşamı
Yılbaşı gecesi, bir anlayışa göre ruhların akraba ve yakınlarını ziyaret ettiği gecedir. Norveçlilerin yatağını bırakıp saman yatağa geçişi de bundandır

Yılbaşı gecesi bazı Batı inançlarına göre şeytanın kol gezdiği akşamdır. Kuzey Avrupa'daki bir inanca göre yılbaşı gecesi rüzgar sert eserse kötü ruhların hışmına uğramamak için dışarı çıkmamak daha hayırlı kabul edilir. Hıristiyan aleminde batıl inançları kuvvetli olanlar yılbaşı gecelerini neşe ile değil, korku ile beklerler. Bir başka anlayışa göre ruhların akraba ve yakınlarını ziyareti yılbaşı gecesidir. Eski devirlerin Norveçlileri, yılbaşı gecesi yataklarını ruhlara bırakıp saman yataklara geçerlerdi. Bazı evlerde kilere yılbaşı gecesi yulaf çorbası bırakmak kiler cücesinin bu çorbayı içmeye geleceği inancından kaynaklanmıştı. Fransa'da şeytanın kötü ruhları seferber ettiğine inanılırdı. Polonya ve Litvanya'da ise vampirlerin yılbaşı gecesi dolaştığı, inancı kıt insanlara göründüğü anlatılırdı.

FRENK ADETİ
Anlaşıldığı kadarı ile işin içinde şeytan var. Şeytana uyup uymamak konusunda Avrupalıların ve bizim ne kadar çaba verdiğimiz tartışılır. Şeytanlıkta şeytandan daha şeytan olanlar için bir mesele yok...

1950'lerin yeni yılları şüphesiz ne 1913, ne de savaş dönemlerine benzer. Cumhuriyet ilk dönemlerinde yaşanan yılları İbrahim Alaettin Gövsa en anlamlı biçimde ortaya koyar.

Kayhan Emiroğlu Gövsa'nın "Şen Yazılar"ını (Suhulet Kitaphanesi, Semih Lütfi, 1926) yeni dile kavuşturmuş bulunuyor. Hem dönemleri hem de Türkçe'yi en iyi kullanan yazarlardan biri olan Gövsa'nın "Takvimin son yaprağını kopardım" diye başlayan yazısı sadece geçmişi aksettirmiyor. Günümüze de göndermeler yapıyor:

"Bu gece saat onikiyi çalarken İstanbul limanını dolduran bütün yabancı kazanlarındaki istimleri düdüğe sevkedecekler, kimi aç kurt gibi uluyan, kimi şımarık bir çocuk gibi haykıran keskin bir ıslık gibi çınlayan inceli kalınlı sesler suları titretecek, dağdan dağa aksedecek ufuktan ufuğa dolacak.

Frenklerde bir adet vardır. Yılbaşı gecesi, Noel babanın getireceği hediyeler için küçük çocuklar patiklerini ocağın yanına bırakırlar. Ve sabahleyin sevinçli rüyalar ile geçen bir uykudan uyanınca koşa koşa gidip annelerinin, babalarının koydukları oyuncakları alırlar.

Dün gece düşündükleri Lozan'da da bir hayır sahibi çıksa da İsmet Paşa'nın çizmeleri ile Lord Gürzon'un papuçlarını yanan bir ocak içine koysa ve sabahleyin uyanan murahhaslar kunduralarının yerinde yazılmış, imzalanmış herkesin hoşuna gidecek bir sulh anlaşması bulsalar... Ah... Bütün dünya için bu ne hayırlı bir hediye olurdu!"

Gövsa bu yazısından tam 13 yıl sonra yeni yılla hesaplaşacaktır: "Birçoklarımız cihandan habersiz, gelip geçen zamandan kaygısız bir ot gibi rahat ve manasız yaşardık. Yıllarımızı iyi kötü hadiselerle, facialarla, komedilerle dolgun ve yorgun kapatıyoruz. Bizi daha eskiten bu yıl acaba bizden neler alıp götürdü? Memleketimizin türlü yılları var.

Siyasi yıl, içtimai yıl, ilmi yıl, iktisadi yıl, zirai yıl, sıhhi yıl, tarihi yıl v.s. Böyle düşünürsek, bir senelik zamanın ne kadar engin olduğunu görmüş oluruz."

Neferlerin hasreti
Eskimeyen yıllarda ne devlet dairelerinin, ne de halkın "uzatmalı tatil"i vardı. Kimilerine göre, nargileyi fokurdatıp yan gelip oturduklarından, zaten devamlı tatildeydiler.

Ancak son dönem gerçeğine bakıldığında Osmanlı Bodrum, Antalya, Marmaris yerine Galiçya'dan Yemen'e uzanan bir güzergahta savaş veriyordu. Onların kış tatili Sarıkamış, yaz tatili ise Arap çöllerindeydi. Milyonlarcası "yeni yıl" yerine hep "yeni savaş" görecekti.

Işıl ışıl parıldayan Noel ağaçlarını ise ne görmüş ne de duymuşlardı.

Karşı siperlerde yılbaşı çöreği, onlarda ise peksimet artığı vardı. Ağaç kabukları ile yetinen ya da siyaseten "birbirini yiyen" dönemleri de yaşamıştı onlar. Bir yerlerde şampanyalar, onların gecelerinde ise silahlar patlardı. Mey ve kan aynı anda su gibi akıyordu.

Doğrusu bu ya, 20 yıl yaşamış ve devamlı "yeni bir yıl" hasreti çekmiş nefer ya da mülazımeyyel için sarılacak tek dost silah olabilirdi. "İlk gün" yatağı yerine, devamlı sipere yatanlar için hayattan beklenen başka "yeni" ne olabilirdi ki?

Bir çift postal...
Keskin bir kasatura, fişeklik ile mücehhez silah matara ve içi dondurulmuş sığır eti ve peksimetle dolu hediyeyi onlar 1910'dan itibaren hep beklemişlerdi. Kiminin ömrü vefa etmedi, kiminin de talihi...

Tarih şahittir, sadece bir sayfayı değil, aynı kalemi paylaşmıştır onlar. Oysa bir yavuklu sıcaklığını hissedip, bir sevdanın ateşi ile yansalardı, donar mıydı onlar Kars ve Sarıkamış cephelerinde?

Pera'nın henüz "Beyoğlu" olmadığı yıllarda ekâbir takımı fiilen olmasa bile, ruhen işbirlikçi olmuş ve Galata Köprüsü'nün diğer ucundakiler kuru ekmeğe talim ederken, onlar ellerini beyaz undan mamul "Francala" ile "Baston"a uzatmıştı.

"Yeni yıl"lar birbirini kovalayıp durdu. Ama o insanlar yerine, Meşrutiyet'le sadece devirler "yeni"leşti.


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır