


Bayram şekeri
Televizyonda bir süredir yayınlanan bir reklam filmi hepimizin içini burkuyor. Bayram sabahı en güzel elbiselerini giyip çocuklarının yolunu gözlemeye başlayan bir yaşlı çiftin nafile bekleyişi üzüyor bizi...
Onların hayal kırıklığında günümüzün yalnız bayramlarının hüznünü yaşıyoruz.
Bayramı anne babasından uzakta tatilde geçirenlerimiz vicdan azabına sürükleniyor.
Filmin finalinde akşam olup da kapıyı davulcular dışında çalan olmayınca yaşlı çift, hazırladıkları şeker yığınının ardında gözyaşı döküyorlar.
Ve reklam filmi, bize istersek bu finali değiştirebileceğimizi söylüyor.
Nasıl değiştireceğiz bu finali?..
O şekerden bir paket yaptıracağız ve ebeveynlerimizin kapısını çalıp onları mutlu edeceğiz.
Bunu yapabilir miyiz?
Biraz zor...
***
Çünkü bayramda terk edilmişliklerine gözyaşı döken çiftin çocukları muhtemelen, bu "tatil"i fırsat bilip yine bir süredir televizyonlarda yayınlanan bir başka reklam filmine uyup sırt çantalarını yüklenmiş, kovboy şapkalarını takmış ve dünyanın kaç çizgi olduğunu görmek üzere "Ben özgürüm" şarkıları söyleyerek kendilerini Anadolu'nun kıraç topraklarına atmışlardır.
Annelerine ise düşe düşe bir dağ başından iki-üç dakikalık bir telefon sohbeti düşmüştür.
Bir filme uysak evde "anamız ağlıyor", öbürüne uysak "özgür" olamıyoruz.
Reklamcıların aralarında bir karar varıp, hangi yaklaşım doğruysa o konuda bir reklam filmi yaparak bu çelişkiye son vermelerini bekliyoruz.
***
Şaka bir yana, nicedir bayramların çoğumuz için tatil dışında bir anlam taşımadığı doğru...
"Vefasızlıktan" mı böyle olduk?
"Hayırsızlıktan" mı?
Hayır, basit bir nedenden:
Son 100-150 yıl içinde yaşadığımız hayat tümüyle kuşattı bizi...
Sanayileştik, modernleştik, tüketimle, para kazanma hırsıyla tanıştırıldık.
Daha iyi yaşayabilmek, daha çok harcayabilmek için daha çok çalışmamız gerekti. Gündelik yaşamın temposu arttı. Mesai saatlerimiz uzadı.
Boş vakitlerimizin bile kontrolünü yitirdik.
Geleneksel hayatın ağır ve asude akışı kayboldu.
Geniş aile parçalandı.
İnsancıl ilişkilerin sıcaklığı, yeni hayatın mekanik dişlileri arasında un ufak oldu.
Hoyrat bir koşuşturmaca içinde kimse kimsenin halini sormaz, halinden anlamaz hale geldi.
Niye sadece "gelişmiş" ülkelerde yaşlılar için bakımevleri var sanıyorsunuz?..
"Gelişmenin bedeli" bu terk edilmişlik...
***
Demem o ki, o ana babanın yalnızlığında, bugün bize o ana babanın yalnızlığını hatırlatanların, o tüketim endüstrisinin payı hiç de az değil...
Durum böyleyken biz bu finali değiştirebilir miyiz?
Zor, ama yapabilirsek, bence değişen sadece şeker alışverişi olmaz...
Bizi yalnızlığa iten bütün o vahşi rekabet koşullarını, başkalarının sırtına basarak kazanma hırsını, başarıya endekslenmiş hayatlarımızı, tamamen maddileşen insan ilişkilerini de değiştirmek gerekir.
Şimdi genç kuşak reklamcılar yine pek kızacak ama yalnız ana babaların gözyaşını dindirmenin yolu, buruşturulup atılmış bir eski ütopyadan, yani insanı hapsolduğu dişlilerin arasından çıkarıp gerçekten özgürleştirmekten geçiyor.
Hepinize eski bayram tadında bayramlar diliyorum.