Vaktiyle Şeker Bayramı, Kurban Bayramı gibi dini bayramlarda; gün görmüş köşe yazarları genellikle çocukluklarının eski bayramlarını yazarlardı...
1954 yılında Refi Cevat'la, ayrı ayrı Bayram konuşmaları yapmaya davet edilmiştik Ankara Radyosu'na..
Refi Cevat o tarihlerde henüz 70 yaşında bile değildi. Benim de yetiştiğim eski bayram yerlerindeki salıncakcıları anlatmıştı.
Salıncaklar iki uzun direğin arasında, içine bir kaç çocuğun birlikte binebileceği, çuvaldan yapılmış derince bir sallangaçla kurulurdu. Beş kuruşa, on kez sallanma hakkın vardı. İki salıncakcı karşılıklı tuttukları bir urganla, salıncağı önce yavaş, sonra daha hızlı savurtmaya başlarlardı.
Ve salıncak öylesine bir havalanıp göklere doğru uçardı ki..
Beş kuruşluk sallanma sona ererken, iki salıncakcı da bir ağızdan bağırırdı:
- Yandııı...
Salıncak gitgide yavaşlayıp dururdu.
Refi Cevat, bayram yerinde sallanma süresi biterken; salıncakcıların "yandııı" diye bağırmasını, kendi yaşlılık bayramı için de simgeleştirmiş ve çok dokunaklı bitirmişti konuşmasını:
- Yandııı...
Yılbaşı'yla da birleşerek, hafta sonlarıyla birlikte on güne çıkan tatil başlarken; iki milyona yakın insan döküldü yollara..
Bunlardan sadece 200 bini tatilciydi. Gerisi çalışmak için yerlerinden yurtlarından ayrılarak büyük kentlere gelmiş olanlardı. Bayramı ailelerinin yanında geçirmek için düşmüşlerdi yollara...
Ve ilk 3 günde trafik kazalarında hayatlarını yitirenlerin sayısı 74'e çıkmıştı, korkunçtu.
2000 yılının son bayramı, bana da garip şeyler düşündürüyor. Acaba 1900 yılının son bayramında İstanbul nasıldı?
Acaba 2100 yılının son bayramında İstanbul nasıl olacak?
Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası...
Alt tarafı 73 bin günlük bir süredir, 200 yıllık bir süre..
Ve nasıl bir değişim...
1900 yılında ne kimsenin televizyonu vardı, ne cep telefonu, ne bilgisayarı; ne de kimse uçağa binmişti..
2100 yılının son bayramında, herhalde uzay tatilleri de başlamış olacak...
Acaba daha neler olacak?
Böylesine bir değişimin temelindeki yay, teknolojideki değişimler tabii.. Teknolojideki değişimlere katkı yapmışların topoğrafyası ortaya konduğunda; matbaayı icat etmiş olan Gutenberg, çok önemli bir nirengi noktası olarak görünür...
Fatih Mehmet'in İstanbul'u aldığı döneme rastlar onun da matbaayı icat ettiği tarih...
Geçenlerde bir dost meclisinde emekli bir orgenerale; hafif şaka yollu:
- Matbaayı icat etmeyi mi yeğlerdin, yoksa İstanbul'u almayı mı, diye sordum..
- Elbet İstanbul'u almayı, dedi..
Hemen hemen tüm Türkler için çok doğal olan bu yanıtda; değişimler dışı kalma nedeninin de gizli kezzabı vardı...
Orayı burayı zaptetmek yahut yitirmekle; teknolojideki değişimlerin kırbaçladığı "çağdaşlıklar"ın vazgeçtik bayraktarlığını yapmayı; içine bile girilemiyor..
Güngünden daha çok somutlaşan böylesine bir "değişim denklemi" yle özdeşleşebilmek için, vakit artık çok geç gibi..
Bayramın ilk günü kafanızı ütülemeyeyim.. Ve Ziya Paşa'nın, "fani dünya"dan geçerken güncel zevklere ağırlık veren, avutucu ve rindmeşrep dizeleriyle bitirelim yazıyı:
İç bade güzel sev var ise aklı şuurun
Dünya var imiş ya ki yok olmuş ne umurun.