Devletin Çakıcı'nın cep telefonuna, Nuriş'in pencereden adam atmasına tepkisi yok. Problem bir hukuk düzeni içinde ele alınmalı. Yaşadığımız bu sorunların biraz da tercih edilir olduğunu düşünüyorum; ne zaman bir gündemle karşılaşsak cezaevleri gelip işin içine oturuyor. Devletin koğuşlara giremediğini de sanmıyorum. Çünkü Türkiye'de devletin gücü ortada. Kime inanacağımıza şaşırmış haldeyiz. Cep telefonları ile ölüm emri verildi deniyor ama Zülfü Livaneli, Tabip Odası temsilcileri cezaevinde cep telefonu çalışmıyor diyorlar. Hiçbir şekilde saydam olmayan bir ortam var.
Bu olaylar Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları sürecini tamamlayamamasının bir tezahürü mü?
EÇ: Elbette. Türkiye saydam, demokratik bir hukuk devleti olsa cezaevleri böyle olmaz. Ama Bülent Bey, terör suçlularına ekstra ceza uygulanabildiğini söyledi. Devletin 10 yıldır giremediği koğuşlara baskı yapması mümkün mü! Devletin orada otoritesi yoksa bu nasıl olur? İsterse girebilir sözünüze de katılmıyorum. Evet girer, ama bunun faturası çok ağır olur. Kan dökmek göze alınsaydı bu operasyonlar 72 saat yerine iki saatte bitirilirdi. Operasyonlarda iki de jandarma eri öldü. Demek ki bir karşı koyma var. İçeridekilerin bu olanaklarının olması infaz sisteminin eleştirilmesi gereken noktalarındandır. Gündem oluşturmak için bu olayların çıkartıldığı görüşünüze de katılmıyorum çünkü ölüm oruçlarını içeridekiler başlattı.
BF: Bu işler son birkaç günde olmadı. Devletin bu konuda bir sicili var. Son 10 yılda cezaevlerinde en az 50 kişi öldü. Oysa evrensel infaz felsefesinde tutuklu ve hükümlülerin kimse tarafından çiğnenemeyecek hakları vardır.
EÇ: Bahsettiğiniz haklara sokaktaki vatandaş sahip değil ki!
BF: Türkiye'de gelişmiş bir hukuk ve demokrasi olsaydı bunlar olmazdı. Bu yüzden de resmi kurum ve kuruluşların açıklamalarından kuşku duyuyorum. Sağlık Bakanı Tabipler Odası'nın, Adalet Bakanı Baro'nun söylediğinin tam tersini söylüyor. Sokaktaki vatandaşın hakları yoksa, kimbilir oradaki insanların durumu nedir diye kuşkuya kapılıyorum! Bu operasyon Almanya'da yapılsaydı bu kadar kanlı bir sonuçla karşılaşmazdık. Çok daha rafine bir operasyonla direniş kırılırdı. Ama elinde balyozlarla damı kırmaya çalışan asker manzaralarıyla karşı karşıyayız. Adı şefkat operasyonu, bir bakıyorsunuz kafası gözü patlamış insanlar! Askerlerin öldürülmüş olmasından da dehşet duyuyorum. Bu ülke bu kabusu hak etmiyor! Cezaevi düzeni böyle mi sağlanır? Günlerdir kafalarına jop vurulan yaşlı anneleri izliyoruz. AB'ye girecekmişiz, valla Afrika Birliği'ne bile giremeyiz.
EÇ: Hepimiz koğuş sisteminden rahatsız değil miyiz? İBDA-C'nin militanları yıllarca mahkemeye götürülemedi bu yüzden.
BF: F Tipi, Terörle Mücadele Yasası'nın 16. maddesine göre hukuki temelini bulan bir cezaevi. Yasa, terör suçlularını izolasyon koşulları içinde muhafaza etmeyi söylüyor. Ama Alaattin Çakıcı, Nuriş, Murat Demirel için bir F Tipi söylemiyor. Bayrampaşa'nın siyasi kısmı boşaltıldı ama öbür kısmında koğuş sistemi devam ediyor. Eroin alışverişi, silah girişi, cep telefonları hâlâ var.
EÇ: Siz sorunun çözümü için genel bir reformu savunuyorsunuz. Ama olayı bu noktaya taşırsak konunun üzerine yoğunlaşamayız. Almanya'da bu iş daha rafine çözülür dediniz. Gerçekten de öyle, Meinhoff & Baeder bu yüzden hücrelerinde enselerinden intihar etti!
BF: Kast ettiğim tabii ki bu değil.
EÇ: Devletin söylemine kuşku ile yaklaşırsak onun delillerine güvenemeyiz. Ben TV'de yayımlanan "Yakın, düşmana verin" sözlerini içeren kasetin orijinal olduğuna inanmak istiyorum.
BF: İnanmak istemek güzel ama daha Andıç belgesinin mürekkebinin kurumadığını hatırlatırım. Maalesef devletimizin sicili bu tür vakalarla dolu. Hiçbir saydamlık yok. Devlet mahkumlar kendilerini yaktı diyor ama bir kız TV'de "Bizi canlı canlı yaktılar" diyor. Kim sorusunun cevabı ise yok.
EÇ: Güvenlik güçlerinin içeri giremediği bir durumda birini yakması pek de mümkün değil.
BF: Cevabını bilmiyorum. Olay mahalinde incelemeler, otopsiler yapılsın ve her şey ortaya çıksın. Şu ana kadar sadece Adalet ve Sağlık Bakanı'nın açıklamalarını, bir de o genç kızın görüntülerini gördük. Bundan bir sonuç çıkmaz. Bu kuşkuları devletin ortadan kaldırması gerek. Vergi veren bir vatandaş olarak olup biteni öğrenmek istiyorum. Günlerdir uykularımızı kaçıran vahşet görüntüleri izliyoruz. Ne olduğu açıklansın! Adalet Bakanı "Operasyon yapmayı düşünmüyorduk" diyor, İçişleri Bakanı "Bir yıldır buna hazırlanıyorduk" diyor, Meclis İnsan Hakları Komisyonu "Kullanıldık" diyor. Sonra kalaşnikofla ateş açıldı deniyor, ardından da kalaşnikof değil tüplerle ateş açıldı deniyor. Bir dolu çelişki. Neler oluyor?
EÇ: Her vatandaşın bu olayın boyutlarını bilme hakkı var. Ama doyurucu bir açıklamanın yapılmamış olması yapılmayacağı anlamına gelmez. Ama ben, 60 gündür gündemimize oturan bu tartışmayı Türkiye için bir lüks ve zaman kaybı olarak görüyorum. Çünkü bu ülkede 8.5 milyon insan açlık sınırında yaşıyor, 0-5 yaş grubundaki çocukların % 'sı nüfusa kayıtlı değil, erkek çocukların yüzde 26'sı, kızların 31'i okula gitmiyor, nüfusun yüzde 30'unun evinde tuvalet, 28'inin de içme suyu yok. Biz tüm bu sorunları bıraktık, "F Tipi'ndeki izolasyon insan psikolojisi üzerinde olumsuz etki yapar mı yapmaz mı"yı tartışıyoruz.
BF: Bu sorunların çözümü konusunda devlete güveniyor musunuz?
EÇ: Devletle hükümeti ayırmak gerek. Hükümetlerin suçlu olduğu ortada. Cezaevlerine girilememesi, koşullarının kötü olmasında hükümetler suçlu. Ama devlet; hükümet, sivil toplum örgütleri, medya ve saireden oluşan soyut bir kavramdır. Nedense bizler her konuda devleti suçlarız. Devlet yıpratılmamalı. Hükümetleri eleştirin, ama devlete zarar verirsek kendi yaşam alanımızı kısıtlarız.
Buket Aşçı