Edebiyatımızın bütün sorunları çözümlendi derken, şimdi de bir "antoloji furyası" çıktı. Paneller düzenleniyor, kimi dergiler özel sayılar hazırlıyor... Sorunu tartışanlar da daha çok şairler...
Üstat Mehmed Kemal, "şairler dövüşür" demiş ve bu konuda bir de kitap yazmıştı. Antoloji kavgası da üstadı haklı çıkarmak için gündeme düştü sanki...
Diyeceğim ne şairlerin dövüşmesi, ne antoloji furyası bugünün sorunu değil... Dün de vardı, bugün de olacak, yarın da... Her yıl Memet Fuat'ın "seçtikleri", Yaşar Nabi'nin "Varlık" yıllıkları birer antoloji değil miydi?
Kendisi de antoloji hazırlamış bir şairimiz diyor ki: "Eski antolojiler bir elin parmaklarını geçmezdi. Hazırlayanlar, şairlerin yapıtlarını zaten bilirlerdi."
"Pes birader" derler. Şimdi antoloji hazırlayanların bilmedikleri ne malum? Alın Adam Yayınları'nın antolojilerini... Bunları işinin ehli bir şairin hazırlamadığını söylemek mümkün mü?
"Efendim, Anadolu'nun bilmem hangi yöresinde bir adam şöyle bir antoloji hazırlamış..." Varsın olsun. Sen de alıp okumazsın...
"Benden üç şiir alırken, falancadan niye beş şiir almış..."
Eh, ne yapalım bu da onun feraseti...
Ben de Abdullah Özkan ile hazırladığımız "Cumhuriyetten Günümüze Türk Şiiri Antolojisi"ne, hem de bilerek Yaşar Miraç'ı almadım. Bu, ne antolojinin değerini yükseltir, ne de Miraç'ın şiirine bir değersizlik katar. Miraç, şiirimizdeki yerinde duruyor işte. Bu antolojide adı yok diye Türk şiirinden adı mı silindi?
Bir de nedense çeşitli antolojiler yapılmasına karşı çıkılıyor, "Doğa Şiirleri", "Aşk Şiirleri" gibi... Ne çıkar, bunlar da olsun... Bu da şiirimizin bir başka zenginliğinin göstergesi değil mi?
Sorun, "antoloji furyası"nda değil, şairlerin kimliklerine sahip çıkmasında... Daha dün Can Yücel'in önderliğinde "beleşe şiir yok" diye "Şairler Grevi" yapıldığında hangi şair destek vermişti, dokuz şairden başka kim şiirin onurunu savunmuştu?
Bence sorun önce, antoloji hazırlanırken şairinden izin alınıp telifinin ödenmesinde, bir de kimin şair olup olmadığında...
Evet, şairler dövüşür, dövüşeceklerdir de...
Ama dövüşmekle şair olunmuyor.
1995'te aramızdan ayrılan Altar, bu önemli yapıtında opera sanatının eski Mısır ve Yunan uygarlıklarıyla Ortaçağ Avrupası'ndaki ilk izlerinden başlayarak Rönesans ile birlikte operaya başlangıç olan müzik hareketlerini inceliyor. Altar daha sonra, 16. yüzyılda İtalya'da başlayan gerçek operanın 20. yüzyıl sonlarına kadar geçen 450 yıllık gelişimini anlatıyor.
"Opera Tarihi"nin ilk cildi operanın uzak geçmişteki ilkel izlerinden başlayan gelişimini 19. yüzyıldaki Wagner dönemine kadar, ikinci cildi ise 18. yüzyıl sonlarındaki "Romantik Opera" ve Verdi döneminden 20. yüzyıl başlarına 150 yıllık tarihi ünlü bestecileri ve belli başlı eserleriyle aktarmakta...
Yalnız "opera" değil, sanatın "tarih"i ile ilgilenenlere de bir kaynak kitap...
Sadun Tanju, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan "Eski Dostlar" kitabında "Balık Gözlü Adam" Sait Faik'i anlatırken Arad'dan da söz ediyor.
Tanju'ya göre Arad, "o zamanın bereketsiz Babıâli'sinde bir başlık, bir desen, bir kapak işi bulacak, tıpkı bir kol işçisi gibi kazandığı para ile de gününü kurtaracak gönlü zengin bir fukara"...
En candan arkadaşı da Sait Faik. "Lan Agop, bizim kitaba bir kapak döktür bakalım", narasıyla karışık ensesine şaplağı indirdi mi, yakışıklı mı yakışıklı Sait Faik desenleri çiziyor. Bunların karşılığı da Tanju'nun deyimiyle "o güzelim hikâyeleri ilk okuma" şerefine nail olması...
Sait Faik, ölümüne yakın günlerde Arad'ın resim sergisine gider. Birisini beğenerek "Ulan, bunu kimseye verme" der. Birkaç gün sonra da Sait Faik hastaneye kaldırılacak ve Arad'ı baş ucunda görünce şöyle fısıldayacaktır:
"Resim sende kalsın lan, artık işime yaramaz."