Kimse saçmalamasın!
Basının bazı kalemleri, cezaevleri eylemlerinde arabuluculuk görevi üstlenen insanların bir kısmına karşı, deyim yerindeyse bir linç hareketi sürdürüyor.
Bir kısmı diyorum; çünkü bu görüşmeleri 15 gün boyunca yürüten milletvekillerine, savcılara kimsenin bir şey dediği yok.
Bütün dertleri cezaevini bir kez ziyaret etmiş olan yazarlar.
Bu insanlara "aydınlar" adını takıyor ve sonra başlıyorlar veriştirmeye.
Ve bu durum, ülkenin içine gömülmekte olduğu derin şizofreninin göstergelerinden birisi olarak belirginleşiyor.
***
Basındaki kalemler niye MHP'li, DSP'li, DYP'li, FAZİLET'li milletvekillerine karşı çıkmıyor?
Neden onların arabuluculuk ve ölüm orucunu sona erdirme çabalarını saygıyla karşılıyor da kendi meslekdaşlarına kızıyor?
Başbakan ve Adalet Bakanı bize teşekkür ediyor da niçin kendi arkadaşlarımız bu işi dillerine doluyorlar?
Bunları anlamak mümkün değil.
***
Cezaevlerine on yıldır girilemediği, ihmallerin işi bu hale getirdiği yazılıp çiziliyor.
Bunun hesabı niçin geçmiş yönetimlerden değil de yazarlardan sorulmak isteniyor acaba?
Onlara "aydınlar" denildiği için mi?
Ama düşünün ki onlar kendilerine "aydınlar" demediler. Bu ismi basın taktı.
Bu insanların bütün yaptığı bir tek gün cezaevine gidip, ölüm olmadan bu işin sonuçlanmasına çalışmaktı.
Hümanist davranışlar, ne zamandan beri suç sayılır oldu?
Onlara "Ölüm orucuna devam edin!" demedik ki!
"Bırakın! Bu işe son verin!" dedik. Hem de 8.5 saat boyunca.
Açıkça söylüyorum: Bu bir fedakarlıktı.
İnsanlar ölmesin, Türkiye'de şiddet tırmanmasın diye girişilen bir fedakarlık.
Halkımızın zaten bozuk olan imajı iyice bozulmasın, dünyaya rezil olmayalım, dışarıda "Geceyarısı Ekspresi" manşetleri atılmasın diye üstlenilen bir görev.
Şimdi oturmuşlar; neredeyse on yıldır cezaevlerine girilememe sorunundan, terör eylemlerine kadar herşeyden bizim sorumlu olduğumuzu ilan ediyorlar.
Kimse saçmalamasın lütfen!
***
Suçladıkları insanlardan birisi bu dilin en büyük yazarı olan, dünyada hangi kitapçıya girseniz eserlerini bulduğunuz bir isim.
75 yaşındaki yazar, hasta eşinin başından kalkıyor; sürekli gördüğü tedaviyi bırakıyor, cezaevinin soğuk koğuşlarında 8.5 saat "Bu işten vazgeçin. Ölüm orucunu bırakın. Bu iş, çıkar yol değildir!" diye dil döküyor.
Bir yazara insani görevini yaptığı ve ülkesini belalardan kurtarmak istediği için çatmak yakışıyor mu?
***
Bu sütunda kaç kere yazıp çizdik: Şiddet şiddeti, ölüm ölümü doğurur.
Süleyman Demirel bile 30 yıl sonra "Deniz Gezmiş'leri asmak yanlıştı. Bedelini çok ağır ödedik." diyor.
Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamını da ağır ödedi bu ülke.
Yaşar Kemal, o zamanlar Menderes'in idamına karşı da mücadele vermişti. Menderesçi olduğu için mi yapmıştı bunu sizce?
***
"Ölüm Orucu" gerilimi daha şimdiden kaç tane can aldı. İki askerimize, Zeytinburnu'nda kurşunlanan 15 yaşındaki Şükrü'ye, katledilen Çevik Kuvvet mensuplarına yazık değil mi?
Biz bu ülkede can kurtarmaya çalışıyoruz.
Bazıları ise durmadan nefret körükleyip ülkeyi kana boğmak istiyor.
Bu yüzden iki taraf da çatmaya başladı bize, iki taraf da tehdit ediyor.
Bir kez daha söylüyorum: Kimse saçmalamasın! Kavramları tersine çevirmeye çalışmasın!
Biz insani görevimizi yaptık.
Dünyanın her kültüründe de buna "insani görev" denir.
Ama iç savaş provaları yapanlar, bu gerçeği çarpıtmaya çalışıyor.