Hataları kabul etmek gerek!
Terörist liderler cezaevine girdikleri andan itibaren seneler boyunca bulundukları koğuşa emniyet güçleri giremiyor. Koğuştan terör eylemleri yönetiyorlar. Silahları, bombaları, afişleri, cep telefonları, kendilerine gerekli tüm malzemeleri mevcut.. Cezaevleri terör üssü gibi kullanılıyor.
Avrupa basınında Türkiye'nin hapishaneleri bile yönetemeyecek kadar acz içinde olduğu haberleri çıkıyor.
Yunan gazetelerine "Midnight Express", "Türkiye'nin iç kargaşası Türk-Yunan ilişkilerine ve Kıbrıs olayına yansıyacak", "Türkiye'nin Avrupa'yla bütünleşmesine destek verenler bu olaylara baksın" şeklinde haber yapacak fırsat doğuyor.
Ülkenin, toplumun kendi sorunları dururken haftalar, aylar boyu bir numaralı gündem maddesi olarak cezaevlerini ve affı dinliyoruz.
Yıllar sonra, onlarca yaralı ve ölüyle, yine erlerimizin, polislerimizin şehit olmasıyla cezaevi sorunu ancak çözülmeye başlanıyor.
Ve sonra birileri çıkıyor, alkış tutuyor; "Bravo, tam zamanında müdahale edildi. Devlet zamanını bilir" diyor.
Başka birileri polis yürüyüşüne hak verenlere "Siz polis devleti mi istiyorsunuz?" diye soruyor.
Oysa gerçekte ne devleti alkışlayacak bir durum var, ne de polise kızacak. Evet, devlet cezaevlerine müdahalede haklıdır ama çok geç kalmıştır. Bu yüzden prestij kaybına uğradığı gibi, millete de acı bir deneyim daha yaşatmıştır.
Aynen poliste işkenceyi önleyecek düzgün ve tavizsiz uygulanan yasalarda geç kaldığı gibi. Almanya'da, Amerika'da bu tür olaylar artık hiç görülmüyor. Neden? Orada devlet pazarlık yapmıyor. Yasalarını koyuyor ve herkese eşit olarak uyguluyor. Metroda parasını ödemeyen de, trafikte hata yapan da, cezaevinde kurallara karşı gelen de, işkenceci polis de anında cezasını alacağını biliyor.
Biz, New York'da polisle ilgili "Sivil Şikayetler ve Hatalı Polis Uygulamaları" isimli raporları okuduk, orada işkencenin nasıl önlendiğini inceledik. Acaba ilgili birimlerimiz de incelediler mi?
Devletin görevi, vatandaşlarını ruh hastasına çevirmek değil, uluslararası gelişmeleri, standartları inceleyip, sistemi zamanında çalıştırmak, ülke çapında olayları, üzüntüleri önlemektir.
Bir kez daha bunun yapılamadığını gördük.
Her olayda önce suça ortam yaratıp, sonra suçluyu sokağa salıverip, sonra da halktan alkış beklenemez. Her türlü cinayet affedilmesine rağmen işkence suçluları affedilmezse polis de sokağa dökülür.
Ben alkışlamıyorum, ya siz?
Ekonomide MGK çağrısı
İTO Başkanı Mehmet Yıldırım'ın "MGK ekonomiye el koymalı" çıkışı yeterince şaşırtıcıydı, İSO Başkanı Hüsamettin Kavi'nin ona destek vermesi üzerine tuz, biber ekti.
Öyle ilginç bir istek ki, sanayi kuruluşları sadece hükümeti küçümsemekle kalmıyorlar, MGK'yı da zor duruma sokuyorlar;
"Siyasi kriz anında sivil yönetime karışıyorsun, gel ekonomik krizde de karış!"
1997'de, Necmettin Erbakan'ın başbakanlığı döneminde, MGK'nın kriz durumlarında ekonomi dahil her konuya el koyabileceğini bildiren bir Kriz Yönetmeliği çıkarılmış, doğru, ama başvurulacak en son çare olmalı değil mi?
Hükümetin banka operasyonu yapıp bankalara el koyması gibi MGK "Beceremiyorsunuz, ekonomiyi batırdınız. Kenara çekilin, biz halledelim" diyerek yeni hükümet kuracak. Bunu yapmak banka operasyonu kadar kolay ve kabul edilebilir olacak mı?
İTO ve İSO bu açıklamalarını yapmadan önce diğer sanayi kuruluşlarıyla, TÜSİAD ve TOBB'la biraraya gelerek alınacak önlemleri belirledi mi? Acil çözümler, projeler üretip hep birlikte hükümete götürdüler mi?
Yoksa götürdüler ve red mi edildiler?
Ekonomik krizde özel şirketler küçülürken, bizim devlet sürekli büyüyor, bu konuda hepsi toplanarak ciddi bir sonuç ve çözüm açıkladılar mı?
TÜSİAD Başkanı Erkut Yücaoğlu çok kısa bir süre önce "Siyasi istikrar geldi. Ekonomi buna bağlı olarak düzeliyor. İlk kez on yıl sonrasını görüyoruz" dememiş miydi?
Bütün bu ihmaller, kolaya kaçmalar, gerçeği gizleyip parlak tablo çizmeler yüzünden Türkiye hızla Rusya çöküşüne doğru gidiyor.
Ve bizim sanayicilerimiz sadece ahkâm kesiyorlar!
"Son Yapraklar"
Geçen Salı akşamı, Taksim'deki Belediye Çadırı'nda Türk Sineması'nın 40 yıllık yönetmeni Ülkü Erakalın, Direklerarası'nı ve tiyatroda kalan son ortaoyuncuları anlattığı nefis bir konuşma yaptı.
Erakalın'ın Kel Hasan, Naşit Efendi, Bedia Muvahhit ve Vasfi Rıza Zobu'lardan, Adile ve Selim Naşit'e, Münir Özkul, Ferhan Şensoy, Müjdat Gezen, Erol Günaydın ve Nejat Uygur'a kadar günümüze uzanan Direklerarası'nın, tuluatın temsilcilerini, Kel Hasan'ın meddah kavuğunun Münir Özkul tarafından Ferhan Şensoy'a verilişini ve halen hayatta olan birkaç sanatçıyla birlikte Ortaoyunu'nun nasıl tükenmekte olduğunu anlattığı sohbeti o kadar güzeldi ki, sadece çadırdakiler yerine keşke tüm sanatçılar ve tiyatroseverler TV'den de izleyebilselerdi diye düşündüm.
Ülkü Erakalın, tiyatro gibi sinemadaki anılarını da belgelemeye özen gösteriyor. "Film Karelerine Gizlenen Anılar" ve "Direklerarası'nın Son Direkleri" kitaplarından sonra yazdığı "Yeşilçam'dan Son Yapraklar" bugünlerde piyasaya çıktı.
Türkan Şoray, Sadri Alışık, Ahmet Tarık Tekçe, Hülya Koçyiğit, Cüneyt Arkın gibi Türk Sineması'nın en ünlü isimlerini anlattığı kitap son derece içten ve akıcı bir üslupla yazılmış. Sinemaseverlerin büyük zevkle okuyacaklarına inanıyorum.
Hediye âdeti!
Her ne kadar "Ekonomi berbat, batıyoruz" desek de Bayram ve Yılbaşı için firmalar ve zenginler yine yüzmilyarlarca liralık hediye paketlerini "İki sağırlar birbirini ağırlar" misali aynı daire içinde döndürüp duruyorlar.
Berna Tokar dün telefonda, kendisine Yılbaşı ve Bayram hediyesi olarak TESYEV'e (Türkiye Engelliler Spor ve Eğitim Vakfı) bağışta bulunan bir dostunu ne kadar takdir ettiğini anlatıyor "Zenginin zengine vereceği en anlamlı hediye, ihtiyacı olan dernek ve vakıflara yardımdır" diyordu.
Bunu yıllarca yazdık. İhtiyaç içinde milyonlarca insanımız var, bırakın şu hediye adetini, bu savurganlıktır, israftır, böyle lüzumsuz gösterişler geri kalmış ülkelere özgüdür dedik.. Fazla birşey değişmedi. (Bu arada Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün aynı konudaki gayreti takdire şayandır..)
Hiç değilse bu yıl, hiç değilse henüz hediyelerini vermemiş olanlar vakıf ve dernek bağışlarını mutlaka düşünmeliler!
Bu arada bazı koli ve zarf taşıyıcı firmalar hakkında yoğun şikayet var. Aktif ve Aras gibi bazı firmaların paket değil sadece zarf tesliminde bile imza ve telefon numarası aldıktan sonra kimlik istediklerini ve soğukta, yağmur altında, kapıda dakikalarca bekleterek kimlik bilgilerini not ettiklerini bildiriyor okurlarımız. Yaşlı başlı insanlara bile bu eziyet yapılıyormuş.
Açık isim, imza, telefon, adres üstüne bir de kimlik sorulması olacak şey değil. Hele polislerin bile kimlik sorması yasaklanmışken.
Bunları kim denetliyor acaba?