Pırt meselesi her nedense evliliklerin laubalileşip laubalileşmediği konusunda en büyük delil addediliyor. Uluorta pırt yapılmaya başlandığı an saygı maygı bitmiş kabul ediliyor.
Ancak hepimiz biliyoruz ki bu saçmalıkları sadece bekar salaklar söylüyor. TÜM evliler gayet iyi bilir ki pırtsız evlilik olmaz biir, evlilikte saygı olmaz ikii.
Evlilikte saygı saçmalığı başka bir haftaya kalsın biz pırta dönelim.
Çocukluğumun en büyük kabusunun pırt olduğunu herhalde bu satırlara kadar anlamışsınızdır. Yeterince komplekse sahip değilmişim gibi dünyanın en münasebetsiz bağırsaklarına da sahiptim. Ne zaman ailecek arabaya binsek muhakkak ama muhakkak okkalı bir tane salardım. O zamanlar İsviçre'de yaşardık ve hava yılın 11 ayı buz gibi olurdu. O dondurucu soğuğa rağmen benim pırtlarım yüzünden en az 10 dakika camlar sonuna kadar açık, kafalar dışarıda yol alırdık. Babam müthiş sinirlenirdi tabii. O sinirlendikçe benim bağırsaklarım daha bir guruldardı. Bütün "binmeden önce yap şunu" uyarı, hatta tehditlerine rağmen o pırt, o lanet pırt, arabaya bindikten sonra gelirdi. Annemle babamın ayrılmalarına bir sebep benim pırtlarım olabilir yani.
Büyümenin böyle durumlardaki tek anlamı ortamı terk etme iktidarıdır aslında. İn mesela servis otobüsünden, rahatla, dolmuşla
dön evine. Hayat ne kadar kötü de olsa 15 yaşında artık bunu yapabildiğin için o kötü hayat bir nebze güzelleşmiştir. İşin garibi, sen bir kız çocuğu olarak bu duruma kat” bir kontrol getirdikçe yaşıtın oğlan çocukları bunu profesyonel hale getirir. İstediği sayıda pırt çıkarmalar, pırtla şarkı söylemeler, pırt atışmaları... Bizim sınıfta pırtını konuşturmaya çalışanı bile vardı.
Binlerce pırt anım arasında hiç unutamadığım da bir iş görüşmesi sırasında olandı. Aslında yeterince büyümüş ve artık bu alışkanlığımı kontrol altına almayı başarmış sayılırdım ama... Bağırsaklar hain bir kere. Doğuştan hain. Tam özgeçmiş beğenilmiş, bir kere daha görüşmek üzere çağırılmıştım ki karnıma feci şekilde sancı girdi. Ve bu bana "Buyrun, beyfendi sizi bekliyor" dendiği an oldu! İçeri girdim ve gördüm ki koltuklar deri. Bu dertten mustarip bütün zavallılar bilir ki deri koltuk bu durumlar için biçilmiş kaftandır. Rezonanz katlanarak büyür. Ortam yeterince gürültülüydü. Televizyon bir yandan, telefonlar bir yandan, bir şey olsa dahi kurtarırım diyordum ki... Talihsiz bir sessizlik anı oldu. Ve evet tahmin ettiğiniz gibi... Karşımdaki bu işe çok güldü -sanırım lise anıları depreşti- ama ben 20 gün kulaklarıma kadar kızarık dolaştım.
İşyeri tuvaletleri bu kâbusun en ala yaşandığı yerlerden biri. Karında tatlı bir burulma başlar, heyecanla tuvalete atarsın kendini ve aa! Sayfa sekreteri Ebru da orada! Ayna karşısında süslenip püsleniyor. Çıkar nasıl olsa diyerek bir kabine dalarsın fakat... Ebru'nun yıllık süs ihtiyacını gideresi gelmiştir. Tuvaletten çıkmak bilmez. Kabine girerken de maalesef seni görmüş, hafifçe selamlamıştır bile. Eh Ebru. Allah cezanı versin diye diye ıkınır sıkınırsın, ıkınıp sıkıldıkça içindeki pırtın birikmesi artar bu arada. Bilemediğin tek şey ne kadar gürültülü olacağıdır. Artık dayanılmaz bir hal almıştır, 'Tahmin ettiğim kadar gürültülü olmasın lütfen' diyerek salarsın ve sonuç... Felaket! Ebru kıkırdayarak dışarı çıkar.
Evlilik ve pırt meselesine girecektik, yerimiz bitti. Bari üstada bir cevap verelim:
Duvarda asılı sazım var, ne yapayım gazım var
Geride kalmayın beyler, bu gaz sonra yaman eyler...