Devlet, çok daha önce yapılması gerekeni yaptı. Cezaevlerine girdi.
Bu yazıyı okuduğunuz saatlerde, 20 cezaevinde birden başlatılan operasyonun üzerinde, 24 saatten fazla geçmiş olacak...
Umarım ve dilerim ki, mümkün olan en az zayiat ve kan kaybı ile bitmiş olsun, operasyonlar...
Öyle diliyorum, çünkü çok daha korkunç olayların yaşanmasından endişe ediyorum.
Cezaevlerindeki "yasadışılık", üstüste gelen ihmaller, insan hakları ihlalleri, kontrolsüzlük ve denetimsizlik yıllar içinde öyle içinden çıkılmaz bir tablo yaratmıştı ki, sonunda bugüne gelindi.
Bir tarafta devlet var...
Diğer tarafta kendilerine "tutsaklar" adını koyan hükümlü ve tutuklular var.
Devlet açısından baktığımızda:
İki gerçekle karşılaşıyoruz:
Birincisi şu:
Eğer kontrol ve hükümranlık yıllardır bu kadar ihmal edilmeseydi, siyasi hükümlü ve tutuklular, cezaevlerinde bu kadar örgütlenebilmiş olmayacaklardı.
İdeolojik örgüt üyeleri de, kendilerini bu kadar güçlü göremeyeceklerdi.
Meselenin düğüm noktası burada yatıyor:
Tutuklu ve hükümlülerin, devlete kafa tutma cesaretini kendilerinde görebilmeleri, yılların zaafiyetinden kaynaklanıyor.
Bu anlamda, bazı cezaevlerinde devam eden inanılmaz direnişte, devletin birinci derecede sorumluluğu var.
Bunu açık yürekle tespit etmek zorundayız.
Devlet açısından ikinci gerçek de şu:
Bir devlet, gerçekten devletse, cezaevlerini hiçbir surette bir örgüte yahut örgütlere terk edemez.
Eninde sonunda, cezaevlerindeki hükümranlığını ortaya koymak zorundadır, koyacaktır.
Meseleye terör örgütleri açısından bakıldığında da, aynı gerçeklerin öteki yüzünü görüyoruz.
Siyasi tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerindeki kurdukları "hükümranlık", yıllardır süren ihmaller yüzünden "gerçekmiş" gibi görünüyordu.
Bu terör hükümranlığı "hep böyle devam edebilirmiş yahut edecekmiş" gibi görünüyordu.
Halbuki, ne mantık açısından ne de matematik anlamda bu mümkün değildi...
Terör örgütlerinin bunun hesabını yapmaları gerekiyordu.
Ama devletin ihmalleri o boyuttaydı ki, sanki bir şaka gibi, tutuklu ve hükümlüler, cezaevlerinde hükümran olduklarını düşünebiliyorlardı.
Ve bu hükümranlık, tüm tutuklu ve hükümlüler üzerinde sürüyordu.
Artık bu dönemin bittiğini sanıyoruz.
Çıkarılması gereken asıl ders bence şu:
Devlet, bütün bu olaylardan birinci derecede sorumludur.
Toplumsal düzen yahut düzensizlikten terör örgütleri sorumlu tutulamaz.
Terör örgütü düzensizlik yaratır, devletse düzen sağlar.
Gençlerin dikkatine!
AslInda yaşanan bu olaylardan en büyük dersi gençlerin çıkarması gerekiyor.
Türkiye genç bir ülke...
İnanılmaz bir genç nüfus var...
Aynı zamanda gençler için, çok umutlu, çok seçkin ve mutluluk dolu bir toplum yaratamadığımız da ortada...
Bu kadar genç bir nüfus ile bu derece umutsuz bir toplumsal yapı ve yoksulluk bir araya geliyorsa, ideolojik ve politik örgütler için paha biçilmez bir ortam doğar...
Genç bir insan, içindeki öfke, ailevi sorunlar, çıkışsızlık ve benzeri sorunlar yüzünden, kendisini bir anda, böyle bir örgütün içinde bulabilir.
Başlangıçta herşey, "söylemler"le ve "ideolojik tartışmalar"la sınırlı gibi görünür.
Ama bu sadece başlangıçtır.
Katı bir ideolojinin esiri olunduğu an, artık ok yaydan çıkmıştır.
Sonrası bilinmezdir.
Bilerek ve isteyerek ölüm orucuna katılmak da olabilir bu son, böyle bir ölüme zorlanmak da olabilir...
Ve en korkuncu şudur ki:
İnsan, katı bir ideoloji içindeyse, "ölüm" ile "çözüm"ü birbirine karıştırmaya başlar.
Türkiye'nin gençliğinin, ne kadar umutsuz ve çıkışsız bir ortam bulunursa bulunsun, çıkışı yine "demokrasi mücadelesi" içinde araması gerekir.
Demokrasiye, özgürlüğe, insan haklarına inanmak, sömürüye karşı çıkmak ve bağımsızlığı savunmak bir insan için en onurlu düşünce ve davranış biçimidir.
Ama bunu, demokrasi içinde yapmak, çözümü demokraside aramak koşuluyla...
Bir yandan, çalışıp didinerek "hayat bağlarını" güçlendirirken, bir yandan da ister siyasi partilerde, ister sivil toplum kuruluşlarında demokratik düşünceleri, insan haklarını ve özgürlüğü savunmak...
Bu söylediklerim, gençliğe terör örgtülerinden korunmaları için bir tavsiye değil, Türkiye'nin böyle bir gençliğe duyduğu ihtiyacı işaret etmek içindir.