kapat

20.12.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Ramazan Özel
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN DÜNDAR(cdundar@sabah.com.tr )


Bayrampaşa tutanakları korkulan oldu:

Sağduyu iflas etti ve şiddet kazandı. Dışarıda "Konuşmak faydasız, girelim" diyenlerle, içeride "Konuşmak faydasız, gelsinler" diyenlerin istediği oldu. Ve "çözüm" can pahasına alındı.

Peki iş bitti mi?
Son bir haftada çözüm yolunda samimi gayret sarf eden Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, "F-tipi uygulanmayacak, toplumsal mutabakat sağlanmadan sevkler yapılmayacak" sözünü unutup Sincan F-Tipi cezaevine nakil emri verdikten sonra cezaevlerine sükunet gelecek mi?

Korkarım hayır...

Şunu görmemiz lazım:

Sorun, "örgütün baskısıyla ölüme zorlanan teröristler"den ibaret değil. Sorun, "cezaevlerinin bunca yıl nasıl bu hale getirildiği" sorunudur. Sorun, en temel kararları kamuoyu önünde tartışmadan alan ve "Ben yaptım oldu" diyen bir yönetim üslubudur. Sorun, bizim hiçbir konuda şiddet kullanmadan sonuç alamama, dolayısıyla sonuç sandığımız her adımda nihai çözümü biraz daha erteleme çaresizliğimizdir.

İşte bir avuç insan, geçen hafta sonu arabuluculuk için Bayrampaşa cezaevine girerken önlenmeye çalıştığımız sonuç buydu.

KOĞUŞTAKİ AKVARYUM
YaŞar Kemal, Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli ve Oral Çalışlar'la Bayrampaşa kapısından girerken umutluyduk. 1996'daki ölüm oruçlarında çözüm bu kadrodan birkaç kişiyle bir milletvekilinin son anda devreye girmesiyle bulunmuştu. "Bu kez de öyle olabilir" diye umuyorduk. Ancak Bayrampaşa'nın koğuş kapıları açılıp görüşmeler başlayınca çözümün hiç de kolay olmayacağını anlamamız uzun sürmedi.

Ölüm, içeride bir kararlılığın adı, bir çarenin silahıydı. Bir "kurtarılmış bölge" olduğunu yıllardır duyduğumuz Bayrampaşa'nın uzun, karanlık ve kirli koridorlarında birkaç demir kapıyı geçtikten sonra bize eşlik eden gardiyanlarca içeridekilere teslim edildik.

Sakallı bir genç, heyeti kibarca "içeri buyur etti" ve yine birkaç demir kapıdan geçirdikten sonra "görüşmeleri yapacağımız" geniş koğuşa aldı. Koğuş duvarını dev bir Dursun Karataş resmi ile parti ve cephe bayrakları süslüyordu. Karşı duvara bir gitarla bağlama asılmıştı. Yerler halı ve kilimlerle kaplıydı. Köşelere saksı çiçekleri yerleştirilmişti. Koğuşun en uç noktasında bir akvaryum, ortamla ilgisi olmayan bir dekor oluşturuyordu.

MHP'Lİ BAŞKANA RET
Gİrerken heyete bir avukat arkadaşı da almış ve yanımızda başından beri bu eylemin sona erdirilmesi için canla başla uğraşan Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi, Fazilet Partisi milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun da bize katılmasını rica etmiştik. Böylece "heyet", 7 kişiye çıkmıştı. Tutuklu ve hükümlüleri temsilen ise 3 kişi vardı. Bir genç de tutanak tutuyordu.

Bu arada Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun kurduğu alt komitenin diğer üyeleri Başsavcı Ferzan Çitici'nin odasında görüşme sırasının kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Görüşmeciler, komisyonun MHP'li başkanının içeri girmesini kabul etmediler. "Bizim için 'Gebersinler' diyen bir siyasi hareketin temsilcisiyle görüşmeyiz" diye kestirip attılar.

PERDENİN ÖTESİ
SIrtImIzI dayadığımız koğuş duvarının tam karşısında boydan boya kırmızı bir perde uzanıyordu. Perdenin arkasında bir avlu, avluda ise "Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz" yazılı bir pankartın altında volta atan tutuklular vardı. Avlunun öbür tarafında ise açlık grevi ve ölüm orucu eylemi sürdürenlerin kaldığı koğuşlar yer alıyordu. Kızlı erkekli, kalabalık bir grup, bizim temsilcileriyle "kendi hayatları üzerinden" yaptığımız görüşmeleri orada, uzaktan izlediler.

Görüşmeler, saat tam 12.00'de herkes üzerinde tam bir saygı havası uyandıran Yaşar Kemal'in gür sesiyle başladı: "Çocuklar... kararımız şu: Sizi dinleyeceğiz..." diye lafa girdi Kemal...

Hepsi de sakallı olan 3 temsilci sırayla, sabırla, seslerini hiç yükseltmeden ve ürpertici bir kararlılıkla taleplerini sıraladılar:

"F-tipi uygulamasından vazgeçilmeli" diye başlayan liste diğer taleplerle sürüyordu.

Bitince bunları sıralayan gözlüklü genç, "Gördüğünüz gibi siyasal talepler koymadık, hukuki talepler bunlar" dedi;

"Tartışmak için öne sürdüğümüz talepler değil. Cevap bekliyoruz".

ASIL DÜĞÜM
Bu girişin ardından Orhan Pamuk, bu sürece nasıl dahil olduğumuzu anlattı. Adalet bakanıyla görüşmelerini aktardı. Bakan'ın Meclis konuşmasında sergilediği yaklaşımı iletti.

Ziyaretçi heyet, sıralanan taleplerin hükümetin de gündeminde olan maddeler olduğunu, Terörle Mücadele Yasası'nın bazı maddeleri ile Devlet Güvenlik mahkemelerinin demokratikleşme sürecinde zaten kaldırılacağını, sağlık sorunu olan mahkumlarla ilgili taleplerin Bakanlıkça karşılanacağını anlatmaya çalıştı. Sorunun asıl düğüm noktası F tipi cezaevleriydi. Çünkü bakanlık, koğuş sisteminin tamamen kaldırılmasında ne kadar ısrarcı ise, mahkumlar da hücre dayatmasına son verilmesi konusunda o kadar kararlıydılar.

"Adalet olmadığı bir ülkede can güvenliğimizi ancak koğuşlarda bir arada olarak sağlayabiliyoruz. Ulucanlar'da, Burdur'da toplu haldeyken bile kendimizi koruyamadık, tek başımıza kaldığımızda gelip bizi gömleğimizle tavana assalar ve 'intihar etmiş' deseler tanığımız bile olmayacak" diyorlardı.

Mehmet Bekaroğlu oruç ağızla, sabırla, inatla iknaya çalıştı: "Hükümetin konunun ciddiyetini bildiğini, çözüm aradığını, o yüzden uygulamayı durdurduğunu" söyledi.

Ama karşı tarafın cevabı netti: "Durdurduk" yanıtı bizim için yeterli değil. Bu, sizi kandırmaya yönelik bir adım... Erteliyorlar. Bizi ölüm orucundan vazgeçirince konuyu kamuoyunun gündeminden düşürür, F tiplerini açarlar. Nasıl güvenelim?"

Peki hükümet "vazgeçtik" dese nasıl güveneceklerdi? İşte orada güvence sorunu devreye giriyordu. İçeridekiler, bu sözün hukuki zemininin hazırlanmasını ve konuya müdahil olan sivil toplum örgütleri ile aydınların da bir tür kefaletini istiyorlardı.

Görüşmecilerden biri durumu gayet net ifade etti: "Ya F tipinden vazgeçilir, ya da ölürüz. Ölüme takıntılı değiliz. 'Mutlaka ölelim' demiyoruz. Ama bu ödeyeceğimiz bedelle hem ülkenin hem herkesin geleceğine yön vereceğiz."

Bekaroğlu ve diğerleri, ülkedeki güçler dengesinden, bu işin sert önlemlerle bastırılmasını isteyen operasyon yanlılarından, ölümlerin Türkiye'nin demokratik açılımının önünü tıkayacağından söz ettiler ama nafile...

Sonuç alınamıyordu.

ÖLÜM ORUCUNDAKİLER
Saat 13.40...

2 saate yakın süren ilk turun sonucunda 3 temsilci "görüşelim" deyip çekildi. O arada biz de karşı koğuşlara geçip ölüm orucu tutan eylemcilerle görüştük. Geniş koğuşların yanyana dizilmiş ranzalarında başlarında kırmızı bantlarla yatmış kitap okuyan, devrimci türküler dinleyen gençler gördük. Onlarla konuştuk.

Eylemin 46'ncı gününde olan Recep güçlükle ayağa kalkıp bizimle konuştu. 11 kilo vermişti. Benzi sararmıştı. Gözleri yuvalarından fırlamış gibiydi. Kurumuş dudaklarından zar zor çıkan cümlelerle, "Her gün karşımdaki arkadaşların hücre hücre eridiklerini görüyorum" dedi.

Sanki kendisi aynı şeyi yaşamıyormuş gibi...

Ölüm orucundakilerin sağlık kayıtlarını tutan, nabızlarını yoklayıp, kilolarını ölçen bir genç, "Orucun etkilerinin 50'nci günden sonra hızlandığını ve katlanarak ağırlaştığını" anlattı.

Bir hafta sonra onları bekleyen sonu, kendileriyle tartışıyorduk. Başuçlarında, 96'da ölüm orucunda can verenlerin fotoğrafları asılıydı ve bir hafta sonra kendilerinin resminin de onlarınkinin yanına asılacak olmasından gurur duyar gibiydiler. Ölümü çözümün önünü açacak bir yöntem olarak görüyorlardı.

Recep, "F tipinde tek başıma öldürüleceğime, burada arkadaşlarımın yanında ölürüm" dedi. Bu, onun için "şehitlik mertebesi"ydi.

ARA ÇÖZÜM
Saat 14.15...

Yeniden toplanıyoruz.
Hükümet F tipinden, mahkumlar koğuş ısrarından vazgeçecek gibi görünmüyor. Bir ara yol bulmak çok zor.

Ölüm kararlılığı korkutucu... Durum umutsuz... Bu kez mahkumlar yazılı getiriyorlar taleplerini...

Cezaevlerinde koğuşlar en az 20 kişilik olmazsa direnişi durdurmayacaklarını söylüyorlar. Çıkıp, Bakan'la durum değerlendirmesi yapmaktan başka çare yok. Çıkıyoruz

Saat 15.00...

Başsavcının odasında heyet üyeleri sırayla Adalet Bakanı Türk'le konuşuyor.

Telefonu her alan yazar, içerideki havayı aktırıyor, mahkumların ölüm kararlılığından endişeyle söz ediyor. Tam 35 dakika süren telefon konuşmasının sonucu şu: Bakan bir mutabakat olmadan F tipine nakil yapılmayacağına ve disiplin cezası olmaksızın kimsenin hücreye konulmayacağına söz veriyor.

Ama 20 kişilik odaları, koğuş sisteminin devamı anlamı taşıyacağından reddediyor.

OPERASYONA HAZIRIZ
Saat 16.20...

Biz bakanla görüşürken içeri giren TBMM İnsan Hakları Heyeti sonuçsuz çıkıyor dışarı...

Yeniden giriyoruz. Bakanın sözleri içeridekilere iletiliyor. Derin siyasi tahliller yapılıyor.

İşte içerideki kararlılığı o zaman çok daha net ifadelerle dinliyoruz: Görüşmeyi sürdüren temsilci, "Bu tür bir mutabakatla yetinemeyiz" diyor, "Bakan söz verse de arkasında duramaz. Nitekim Ulucanlar'daki katliam kendisinin talimatıyla olmadı, ama savunmak zorunda kaldı. Şimdi de bakana rağmen ve bizim durumumuzu yanlış hesaplayıp operasyonu göze alabilirler. Ama biz de bu ihtimali göze aldık. Hazırlıklıyız."

Diğer bir grubun temsilcisi lafı sürdürüyor: "Hepimiz kendimizi ortaya koyacağız. Devlet operasyon çekerse 10'larca insanın katledilmesini göze alacak. Bugün bunu göze almazsak, yarın daha fazlası gelecek. Bunu 1 yıldır konferanslarla tartışıyoruz. Başlarken devletin yıllardır planladığı bir politikayı geri püskürtmenin ne kadar zor olduğunu biliyorduk. Ama ne pahasına olursa olsun bunu yapmak zorundayız. Yoksa F tipi bir sistem olarak oturacak."

Ve üçüncü temsilcinin sözleri: "Operasyonu 30'uncu gün bekliyorduk. O treni kaçırdılar. Şimdi her gün bir cenaze çıkmasına izin vereceklerse buyursun versinler. Her türlü hazırlığımız var. Ne kadarımız ölmesi gerekiyorsa, o kadarımız ölecek."

ÖLÜM ORUCU VE İFTAR
Saat 16.45...

Tartışmanın en hareketli yerinde çok ilginç bir şey yaşanıyor. Bir TİKKO temsilcisi iftar vaktinin geldiğini fark edip, Fazilet Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun oruç olduğunu hatırlatıyor ve kapıda bekleyen gençleri çağırıp, kulaklarına iftarlık bir şeyler hazırlamalarını söylüyor.

Az sonra tepsiler içinde iftar yemeği geliyor: Dilimlenmiş kaşar peyniri, ekmek, havuç ve domates salatası ile helva... İnanılmaz bir sahneydi. Koğuşta bir milletvekili duayla oruç açarken yan koğuşta aynı oruç, insanları ölüme götürüyordu.

SAVCININ FAKSI
Saat 18.00

Heyet, temsilcilerin kararlılığından ürpermiş ve umutsuz bir şekilde başsavcının odasına dönüyor.

Ekranda Bakan Türk, F tipi uygulamasının ertelendiğini açıklıyor. Oysa bu adım, içeride çoktan geri çevrilmiş durumda... Uzun süren bir tartışmanın ardından Bayrampaşa'dan çıkmak üzere Başsavcının odasından ayrılıyoruz. Biz çıkarken, özel kalemdeki faks çalıyor ve az sonra DHKP-C'nin bakanın açıklamasını reddeden bildirisi fakstan geçmeye başlıyor.

Çıkışta kameraların ışıkları bir umut haberi beklentisiyle yanıyor: Ancak çıkanların yüzünde sadece endişe var.

Yaklaşan bir faciayı hissetmiş olmanın endişesi.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır