Baz istasyonlarına neden karşıyız, biliyor muyuz?..
Dünyanın dört bir yanını gezdim..Atlanta'da, New York'ta, Los Angeles'te, Sydney'de, Paris, Monaco, Milano, Londra, Glasgow'da cep telefonlarım kentin, ülkenin her yerinde çalıştı. Canımın istediğini aradım. Canı isteyen beni aradı.. "Aaaa.. Burada sinyal yok" dediğim yere hiç rastlamadım..
"Normal.. Bu teknoloji çağında ne olacaktı ki" dediğinizi duyar gibi oluyorum..
Demeden önce durun ve düşünün.. Bu dünyanın dört bir yanında, bu dünyanın en uygar, insan sağlığına en meraklı ülkelerinin kentlerinde, cep telefonları tıkır tıkır çalışıyorsa, bu kentler, yani yoğun yerleşme yerleri, sinyalin ulaşmasını sağlayan baz istasyonları ile örümcek ağı gibi örülmüş olmak zorunda değil mi?.
Yani baz istasyonu, bize has bir teknoloji değil..
Peki oralarda ses yok da, burda niye biz birbirimizi öldürüyoruz, "Baz istasyonu istemezük" diye..
Diyenler birşey biliyorlar mı, yoksa biri "Vurun kahpeye" diye bağırdı da, bir çılgınlık mı başladı gene..
Şimdi bakın..
Elimizdeki cep telefonu 2 watt gücünde elektromanyetik dalga yayıyor.. Kulağınıza 1.5 santim mesafede durduğu için, bunun yarısı, kafanızın içine giriyor.
Karşınızdaki binada bulunan ve size yönlendirilen baz istasyonu ise en yakın 15 metrede.. En kabadayısı metrekareye 9 watt enerji yayıyor. Bizim GSM'ler 4.5!..
Cep telefonu ile günde ortalama 30 dakika konuşuyor, baz istasyonunun hedefinde ise 15 saat durduğunuzu kabul edelim. Bilimsel formüllerle kafanızı yormadan sonucu söyleyeyim size..
Günde 30 dakika telefonla konuşan adam, günde 15 saat baz istasyonunun karşısında güneşlenir gibi yatan adamdan tam 52 kat daha fazla enerjiye maruz kalıyor..
Bunu biliyor muydunuz?.
Ve de hem cep, hem de baz istasyonlarının yaydığı enerjinin, evinizdeki bilgisayar, televiyon, mikrodalga fırını yanında çok masum kaldığından haberdar edildiniz mi?. Ya İstanbul tepelerini dolduran TV antenlerinin 100 bin watt gücüne ulaştıklarını bugüne dek duydunuz mu?.
Ve de, basit bir mantıkla, baz istasyonlarının kent dışına çıkarılmak yerine, kent içinde birbirine çok yakın olarak kurulmasının daha sağlıklı olacağını size anlattılar mı?.
Cep telefonu çalışmak için baz istasyonunun sinyali ile buluşmak zorunda. Baz istasyonu uzaklaştıkça, gücünü arttırmalısınız ki cebe ulaşsın. Oysa kent içine sık sık istasyon kurdunuz mu, gücü iyice düşürebilirsiniz..
Son bir not..Baz istasyonları anten yönünde enerji yayarlar. Yani üzerinde bulunduğu binaya, mesela okula, hastaneye, otele elektromanyetik dalga düşmez. Enerji karşısında duranlara gider.
Yani, baz istasyonları konusunda koparılan gürültü, eğer belirli bir maksada yönelik değilse, bilimsel dayanaktan yoksun.
Cep telefonlarının tehlikesi konusunda da bugüne dek bilimsel tek kanıt yok.. Ama ille de evhamlıysanız, cep telefonunu kulaklıkla kullanıp, başınızdan uzaklaştırabilirsiniz. Evde, işte telefon masada durabilir. Otomobilde araç kiti kullanırsanız eğer, telefon gene sizden uzaklaşır. Taşımak için en iyi yerler, pantolon cepleri, çanta, veya el..
Şimdi "Baz istasyonu istemiyoruz" diye kıyamet koparanlar, baltayı kapıp komşunun damına tırmananlar bu bilgileri bugüne dek duydu, ya da okudular mı?.. Yoksa dolduruşa bu kadar kolay gelen bir millet miyiz biz?.
(Birazcık araştırma ve konu uzmanı Ali Akurgal'ın hazırladığı notlar, bu bilgilere ulaşmama yetti de arttı bile..)
Bravo Sibel!..
Sibel Can "Sadece Günay'da çıkarım" demiş, Yılbaşı gecesi için yığınla teklif alırken.. Uzun zamandır sahnelerde yok.. Meraklısı da çok.. Ama Sibel "Öncelik Günay'da" diyor.. Neden..
Günay'da program yapmak için anlaşmış, ama özel yaşamında bunalımlar patlak verince, son anda çalışmayı iptal etmişti.. Bu da, zaten Günay'ın olağanüstü çabası ile, ucu ucuna giden İstanbul'un bu nerdeyse tek gece kulübünü çok güç durumda bırakmıştı..
Şimdi Sibel, "Sadece Günay" diyerek vefa borcunu ödüyor.. Onun için bravo..
Günay'da yılbaşı gerçekten bir balo olacak, bu yıl..
Sadece Sibel Can değil.. Müthiş bir programla olay yaratan Sertab Erener ve Levent Yüksel o gece Günay'dalar, gene..
21. Yüzyıl'a da böyle girilir işte..
Doktorun ahlakı!
Devlet, devlet olduğunu gösterdi ve beklenen operasyonu yaparak cezaevlerine girdi.. Ölüm orucundakiler hastanelere kaldırıldı..
Şimdi sorun, doktorlar hastalarını kurtaracak mı, ölüme mi terk edecek..
Türk Tabibler Birliği Genel Başkanı Füsun Sayek ve adını ekrandan alamadığım ikinci başkan, kanımı donduran açıklamalar yaptılar..
"Ölüm oruçlarına müdahale edilemez. Edene ceza veririz.."
Yani doktoru kendi vicdanı ile dahi başbaşa bırakmıyor ve tehdit ediyorlar..
"Bırakın ölsünler" diye..
Gerekçe.. İnsan kendi kararı ile ölmeye karar verdi ise, doktorun müdahale hakkı yokmuş..
Bu korkunç sözlerin yayınlandığı gazetelerde, artık sıradanlaşan bir haber yer aldı, tesadüf..
24 yaşındaki Arife Ekinci "Ölmek istiyorum" diye mektup bırakıp intihara kalkışmış. Taksim İlkyardım Hastanesi'nde tedavi edilmiş ve iyileştirilmiş.
Füsun Hanım bu hastane ve Arife'ye müdahele eden doktorlar hakkında bir disiplin soruşturması başlatmış mı acaba, bugüne dek?..
TEBESSÜM
Yavru penguen hıçkıra hıçkıra ağlayarak bara girmiş... "Hayrola" demiş barmen, "Neden ağlıyorsun?"
"Babamı bulamıyorum!" demiş penguen... "Üzülme yavrum!" demiş barmen... "Buluruz... Bana babanı tarif edebilir misin?..."
Bu Shaft başka Shaft!..
1971'de Hollywood ilk Shaft filmini çevirdiğinde ortalık biraz ayağa kalkmıştı..
O zaman bir tek Sydney Poitier vardı, beyazlara akşam yemeğine gitmesi, film olan.. Öğretmen olunca, kız öğrencileri aşık olma yarışına giren..
Beyaz zenci idi zaten onun da adı..
Hal böyle iken, bir zenciyi hem de kanun adamı, polis yapıp, "Kötü" beyaz adamın peşine takmak ne oluyordu, söyler misiniz?..
Nerden nereye geldi dünya..
Richard Roundtree, moda yaratan deri elbiseleri ile müthiş bir polis olmuştu aslında, ama o kadarla kaldı..
Şimdi yeni bir Shaft var karşımızda..
Bu Shaft başka Shaft.. Önce onu söyleyelim..
Shaft, Amerikan argosunda "Erkeklik organı" demek.. 1971'in zenci polisine bu adın tesadüfen verilmediğini bilin.. Zenciler o yıllarda sinema filmlerinde baş rol kapamazlardı ama, porno filmlerde en çok arananlardı shaft olarak.. "Başka" derken, bu argo anlamdan söz etmiyorum..
Bu yeni korkusuz filmindeki Shaft, eski Shaft'ın yeğeni.. Bunu vurgulamak için artık emekli asıl Shaft Amca Richard Roundtree'yi de filme koymuşlar zaten..
Yeğen Shaft, Hollywood'u artık iyice saran zenci oyuncuların en iyilerinden biri.. Hem artık onlara "Zenci" de denmiyor ya.. Afrikan-Amerikan..
Samuel L. Jackson'u bugüne dek birinci sınıf oyuncu olarak izlemiştik hep.. Bu defa zenci, pardon, Afrikan-Amerikan bir Arnold Schwarzenegger olmuş.. Tek başına güçlü beyaz adamlara, kendisini satan rüşvetçi polislere, mafyaya karşı savaşıyor..
Haa bir yardımcısı var, ne kadar yardımcı ise.. Dünya güzeli olmuştu, Vanessa Williams.. Penthouse'a çırılçıplak poz verince ünvanı elinden alınmıştı. Bir kez daha "Hey gidi günler hey.." Yanlış zehaba kapılmayın. Vanessa etek bile giymiyor filmde. Baştan sona polis üniforması içinde..
Film hallice bir polisiye.. Zaman zaman durağanlaşması dışında fazla yanlışı yok.. Samuel L. Jackson, deriyi yeniden moda yapacak bir manken gibi..
Boş vaktiniz varsa.. Polisiyelerden de hoşlanıyorsunuz, iyi vakit geçirirsiniz, hepsi o kadar..
Haa.. Bir de, entellerimiz, sanıkların ağzını burnunu kıran, hedefine ulaşmak için soygun yapan, yasa, kanun, kural tanımayan bu "Polis" için ne derler, orasını da fena halde merak ediyorum bakın..
Hani bizde biraz dik bakanın adını bile "İşkenceci"ye çıkarıyorlar ya..
SEVDİĞİM LAFLAR
Burada böyle şey olmaz', ünlü son sözlerin bir numaralısıdır.
David Crosby
BİZİM DUVAR
Yedi KALKTI gibi olacak ama yemekten sonra çocukları erken yatırsan diyorum hanım ne dersin...
Hakan&Utku