Dün sabaha karşı aynı anda uygulanan cezaevi operasyonları da dahil; mevcut siyasetçilerden kimlerin bazı cinayetlere karışmış olduğu açıklamalarından, Çevik Kuvvet polislerinin protesto yürüyüşlerine ve onları kimlerin kışkırttığı iddialarına kadar; gerek hukuk, gerek ekonomi, gerek yönetim dünyasında; kaotik bir kargaşa görünümü, her gün biraz daha yaygınlaşıyormuş gibi...
Oysa bize göre çok daha başka bir açıdan bakmak gerekiyor Türkiye'nin tablosuna..
Bize göre Türkiye, "sanal"lıktan, "saydam"lığa doğru kayma dönemine girdiği için böyle görünmeye başladı.
Geçen gün Okay Gönensin'in de belirttiği gibi, Türkiye "kötü" değil, "çok kötü" yönetilmiş bir ülke..
Hem de bize göre, rezalet bir fiyaskoyla feci bir biçimde ıskalanmış olan 20. Yüzyıl boyunca..
Yoksa "yaşam kalitesi" açısından Yunanistan'ın bile 65 basamak altında mı kalınırdı?
Ne var ki, çok kötü yönetilen Türkiye, hamaset afyonlamalarıyla çok iyi yönetildiği demagojilerinin içine hapsedildi. Ne analitik bir tarih bilinci geliştirildi; ne ekonomik bir berraklık benimsendi; ne de yazı ve sanat alanında toplumun kendi gerçekleriyle yüzyüze gelmesini sağlayacak bir özeleştiriye olanak tanındı.
Sanal Türkiye'yi, gerçek Türkiye ile karşılaştırmaya kalkan ozanlar, yazarlar, bilimciler; ezildi, kahredildi, süründürüldü.
Ve hamasi bir afyonlamanın sanallığı arkasında; egemen kesimlerin içe dönük talancılığı, yağmacılığı ve hapazlamacılığı yaygınlaştırıldıkça yaygınlaştırıldı...
1944-1947'de Reşat Enis'in "Toprak kokusu", "Ekmek kavgamız" gibi romanları yasaklanır ve yoksul köylü portreleri de çizdiği için ressam Nuri İyem cezaevlerinde süründürülürken; acaba Devvet Bankaları'ndan aldıkları kredileri kimler geri ödemiyor ve örtülü ödeneklerden kimlere "ihsan-ı şahane"ler dağıtılıyordu?
Elbet bir gün bunların da dökümleri yapılacaktır.
"Gün bu gün, saat bu saat" düğümlerinin içinde; kurnazlık kürdanlarıyla denizde balık, havada kuş avlamaya çalışanları, kendi avuntularıyla başbaşa bırakarak; 5 yıl sonrası üstünde projeksiyonlar yapmaya çalışalım.
Şöyle ki:
1- 5 yıl sonra, çeşitli alanlarda bugünkü vitrin kadrolarından önemli bir bölümü; şu veya bu nedenle kaybolacak...
2- Global sermayeyle lehimlenerek kredi konusunda Dünya Bankaları'nı da kullanabilecek düzeye gelmiş olan işletmeler, kanat büyültecek. Salt yerel olanakları kullanma koşullanmasından kurtulamamış olanlar, beklemedikleri çırpıntılara düşecekler.. Mısır Çarşısı esnafı, kuyumcular, manavlar ve Köyceğiz pazarcıları hariç..
3- Güney Kıbrıs Rum Devleti, Kıbrıs'ın tümünün temsilcisi kimliğiyle Avrupa Birliği'ne girecek. Ve "adam başına düşen ulusal gelir birimi" açısından; Türkiye'deki birimden, yüzde 500 kat daha yüksek bir nitelik gösterecek.
4- Türkiye'de Adalet Bakanlığı'nın Bütçe'den aldığı bin de 7'lik pay; yüzde 2'ye çıkarılacak... Savunma harcamalarında da hafif bir azalma olacak..
5- Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği, 10 yıl daha askıda kalacak.. Ama saydamlaşma süreci, şimdi akla gelmeyen nice rezillikleri çıkaracak su yüzüne..
6- İnternet medyasındaki gerçek enformasyonlar, "Türk'e Türk propagandası" yapmaya koşullanmış medyayı da etkilemeye başlayacak iyice..
7- Tüketim yarışında kişilik bulmaya kalkan gençlerin önemli bir bölümü, zora düşecek..
8- Siyasette eski alışkanlıklar devam edecek.
Ya peki 30 yıl sonra ne olacak? Türkiye Avrupa Birliğine girmiş olacak... Hukukla ekonominin evrensel ilkeleri sarmalayacak Türkiye'yi de... Ve "yaşam kalitesi" hızla yükselecek...
Sıklaşan uzay turları, ırkçılıkla hamaset afyonlanmasının anlamsızlığını büsbütün yaygınlaştıracak yeryüzünde...
Ve Türkiye Akdeniz'deki 200 milyonluk İslam alemine bir model olarak şöyle sunulacak:
"Sözde bağımsızken nasıl dibe vurdu, globalleşmeyle bütünleşince nasıl göğe vurdu?"
Bizim gönlümüz ister ki, engellenme olanağı bulunmayan küreselleşme süreciyle bir "sentez" bütünlüğünde buluşsun Türkiye de; tıpkı İspanya gibi, tıpkı İsveç gibi... Yani diyeceğimiz globalleşme süreciyle inatlaşma yüzünden, aşırı bir erimeye "füzyon"a uğramasın...