Kız Kulesi'ndeyiz... Açılışına davetli olduğum halde gidemediğim için üzülmüştüm; bunca meşguliyetimin arasında 'şööle denizin ortasında bir kahve höpürdetmek ne iyi olur; hadi kayığa binip gideyim...' duygusunda imkanı yok olamazdım zaten bugünlerde. İyi oldu ziyaretin sebebi. Hani sevdiğim bir insanın doğumgünü falan bir şeysi olsa, kayık tutup oraya gitsek, o bu sürprize bayılsa sonra Kız Kulesi'nin bekçisinin köpeklerinden biri ayağını kaldırıp benim kırmızı elbiseme işese, biz de elbisenin o kısmını üzerimde yıkayıp bekçilerin asker koğuşu benzeri, duvarları kadın resimleri dolu odasında, elbise üzerimde olduğu halde ütülemeye filan kalksak anlarım..!
Yani öyle durup dururken Kız Kulesi'ne gidilmez gibi. (Ayrıca yukarıdaki sahne benim hayal gücümün eseri değil geçmis bir zamanda ayniyle vakidir)
Kulenin restorasyonsuz halini görmüş kişilerden biri olarak bu hale getirilmesine asla karşı olmadığımı bildirmek isterim. Evet kule, çağın hastalığı obeziteden payını almış, bir parça genişleyip "bendine sığmayıp taşmış"; öyle olmasına öyle.
Kul, kuleyi kusursuz yapamıyor demek ki. Bunca sene güzelim kule cami yıkılmış mihrabı yerinde kalmış görüntüsüyle orda durup dururken rahatımız yerindeydi. Restore edilme fikri ortaya çıkınca eleştiri mekanizması tıkır tıkır işlemeyefbaşladı.
Ahmet Hamoğlu'nun 'her fikre açığım işbirliğine girmeye hazırım' sözlerini sarfettiğini hatırlıyorum ben. Öyle ya da böyle kim ne demiş olursa olsun açılıp halka sunuldu ya...
Görünen o ki hallkımız yeni oyuncağı ile bayağı yakından ilgileniyor.
İğne atsan yere düşmez bir görünüm arzediyor içerisi.
Hele mekanda kazara alkollü içki falan servis edilseymis, talebin yoğunluğu karşısında batma tehlikesi geçirebilirmiş sanki.fBazı insan çeşidi iki kadeh parlatmak ister denize bakarken; denizin ortasındaysa hele... Ramazan'da bu ihtiyaç nerdeyse sıfırlanır ama bayramla birlikte arzular eski kıvamını bulur. İşin bu kısmı içkiyle başım hoş olmadığı için beni zaten ilgilendirmiyor aslında. Hani ben bazılarınız için şeyettiydim.
Ramazan gelince 'Nerde o eski Ramazanlar' geyiği onu kaldırdığımız dolaptan çıkar köşelere kuruluverir. Ben de köşeciğimden size küçüklüğümün Ramazanlarını anlatıp sizi bayacak değilim, merak buyurmayın.
Zaten hatırlayabildiklerim annemle sahura kalkıp yemek yemek sonra ertesi gün üç öğünü tamam edip, iftarı dördüncü öğün olarak yemek gibi eylemlerdi.
Çocukluk işte... (Sanki büyüdüğümde çok şey değişti de bir tek sahura kalkmıyorum artık!) Ramazanı çok severim. Tek bir şeyi hariç.
Davulcular... Ölüyü dirilten performanslarıyla ramazan ayının tokmaklı saatleridir onlar. "Vakti zamanında saat mi vardi e be cahil" diyebilirsiniz. Biliyorum yoktu.
Ama şimdi var. Ben naçizane, bir formül ürettim izninizle bu davulcu kardeşler için. Sabah ayazında üşümesinler, paralarını düzenli olarak alsınlar.
Davullarını dambada dumbada çalacakları kapalı bir alan temin edelim; orda kafalarına göre takılsınlar.
"Maaşlarını vergilerimizle neden haybeden biz ödeyelim" diye sorabilirsiniz. Benim de bir sorum var. Bunca yıl paralarımızı kimlere kaptırdık da gıkımız çıkmadı. Garibim davulcu, n'olur o da sebeblense paralarımızdan? Peki tamam kötü bir şakaydı.
Saati kurun, kalkın yattığınız yerden. Allah rızası için. (Başlığa istinaden "Bu da neyin nesi hani nerde dedenin fesi" şeklinde serzenişte bulunanlar varsa enerjilerini daha ekonomik kullanabilirler. Uysun diye kodum. Uymasa da!)
aldinc@arti.net.tr
Faks: 0212 293 98 46