Hurafe, "neden-sonuç" denkleminde, "neden"in yerine inancı koymaktır.
Diyelim ki bir çiftin çocuğu olmuyor. Kadın Oruç Baba türbesine gidip dua ediyor. Derken hamile kalıyor. Ne düşünecektir? Tabii ki hamile kalmasının nedenini Oruç Baba'ya bağlayacaktır.
Halbuki hamileliğin ardında kesinlikle fizyolojik nedenler vardır. Fi tarihinde ölmüş, çoktan toprağa karışmış Oruç Baba'nın spermlerle bir ilişkisi yoktur.
Sanırım buraya kadar hemfikiriz.
Peki ya bilim adamları tarafından üretilen modern hurafelere ne demeli? Pokemon örneğinde olduğu gibi...
* * *
Önce olayları ve iddiaları özetleyelim. Sağlık Bakanlığı altı bilimadamıyla bir heyet oluşturdu. Bu heyet Pokemon'un çocuklar üzerinde olumsuz etkileri olduğunu saptadı. Ve bu raporu RTÜK'e sundu.
Raporda özetle şunlar yazılıydı: Oyun içinde yaşanan şiddet daha kolay benimseniyor... Özdeşim kurulan kahramanların kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olarak verilmesinden dolayı çocuklarda kavram kargaşası meydana geliyor.... Özdeşim kurulan kahraman kendisini kolayca tehlikeye attığı için çocuk tehlike kavramını değerlendiremiyor... Çocuklar gerçek yaşama yabancılaşıyor; vs....
RTÜK de bu rapora dayanarak Pokemon çizgi filmini yayınlayan atv'ye bir gün kapatma cezası verdi.
Takıma bakın: Raporu hazırlayan bilim adamları... Raporu yorumlayan profesör... Daha iyisi can sağlığı! Bunları görünce sanırsınız ki bilim dile geldi, bize hakikati öğretiyor.
Ne gezer! Bütün bu laflar sadece hurafe! Modern hurafe. Bilim maskesiyle dolaşan boş inanç. Özetle palavra.
"Peki sen nereden biliyorsun, niye koskoca bilim adamlarına değil de, senin gibi bir gazeteciye kulak verelim" diyeceksiniz... Anlatayım:
Söz konusu bilim adamlarının zihninde şöyle bir sahne var: "Çocuk Pokemon'u izliyor... Pokemon kahramanları uçuyor... Ben de uçarım, diye düşünüyor.. Ve kendini balkondan atıyor..."
Burada çizgi film "neden", bazı çocukların etkilenerek atlaması ise "sonuç"tur.
Zaten baksanıza, Türker Alkan'ın da yazmış, balkondan atlayıp ölümden dönen çocuk da öylesine etkilenmiş ki, "İyileşince tekrar Pokemon gibi uçacağım" demiş.
Bütün deliller toplanmış durumda yani. Suçlu belli. Hemen yargılayıp, infaz edelim.
* * *
Hayır! Külliyen yanlış!
Eğer Pokemon'un çocuklar üzerinde böyle etkisi olsaydı öyle üç beş değil; binlerce, onbinlerce çocuk kendini atardı balkonlardan. Kitlesel çocuk rahatsızlıkları ile karşılaşırdık. Ortalık birbirine girerdi!
Peki niçin böyle olmuyor? Çünkü ortada bir neden-sonuç ilişkisi yok. O halde soru şu: Böyle bir neden-sonuç ilişkisi yoksa, örneğin o çocuk nasıl oluyor da, "Yine Pokemon gibi uçacağım" diyor?
Şöyle: Yetişkinlerin de, çocukların da izledikleri ya da okuduklarıyla ilişkisi neden-sonuç biçiminde yürümez. Burada olup biteni ancak "ilham alma" biçiminde tarif edebiliriz.
Gün batımını izleyen şair, bir şiir yazabilir. İlham almıştır. Ancak ona bu şiiri yazdıran gün batımı değildir.
Aynı biçimde dizi filmle bir kadının kendini apartmanın tepesinden atışını izleriz. Ondan sonra iki üç kadın benzeri biçimde ihtihar edebilir. Burada dizi filmin o sahneleri "neden" değildir. Ortada zaten sorunlu, bunalımlı, bu hayatı sürdüremeyen, gerilimlerin üstesinden gelemeyen, baskılar altında ezilen ya akıl hastası kadınlar vardır. Dizideki sahne onlara ilham verir ve dama çıkarlar. Eğer dizide atlama değil de uyku hapı içme sahnesi olsa, onu taklit edeceklerdir. Mesela eskiden modaydı, intihar edecekler Sarayburnu'ndan atarlardı kendilerini.
Aynı reklamlarla olan ilişkimiz gibi... Binlerce reklam izliyoruz ama maddi ya da manevi olarak gereksinim duyduğumuz ürünleri alıyoruz. Eğer reklamların tüketim üzerindeki etkisi "neden-sonuç" biçiminde olsaydı marketler yağmalanırdı!
* * *
"Bunlara kalsa çocukların sadece Kemalettin Tuğcu okuyup, Ayşecik-Ömercik filmleri seyretmesi gerek..." diyeceğim ama o da yanlış olacak:
Çünkü RTÜK saltanatını sürdürmek için yeni düşmanlar, yeni tehlikeler üretmek zorunda. Yani işe yarıyormuş, halkı ahlakını, çocukların sağlığını koruyormuş gibi yapmaları gerek. Mimar Frank Lloyd Wright'ın dediği gibi TV'nin aslında "gözler için çiklet" olduğu fikrine önce onlar karşı çıkıyor. TV'yi ciddiye almak ve aldırmak zorundalar. Aksi halde maaşlar, koltuklar, forsları, makam otomobilleri gider...
Çaktınız değil mi?
Emre Aköz
emreakoz@sabah.com.tr