kapat

10.12.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Ramazan Özel
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )


Bu son olsun

Yöneticilerimiz halkın gözünün yaşına bakmadı.

Yüzbinlerce insanın bir buçuk yıldır "affetmiyoruz" diye bağır bağır bağırması hiçbir işe yaramadı. Hükümet, toplum adına, onların affetmediklerini affederek, "toplumsal barış"a sözde hizmet etti.

Böylece hepimiz, affetme hakkının bireyden kollektif bir varlığa, topluma ya da devlete aktarılma yoluyla yok edilişinin bir örneğini daha yaşadık. Devlet bir kez daha "devlet-mağdur-suçlu" üçgeninde mağdurla suçlu arasındaki ilişkiyi koparıp mağduru bir kenara itti ve suçluyu tek başına muhatap aldı. Ve böylece mağdurun "öc alma hakkı"nı bir kez daha gaspetti.

Aslında hiç içerde olmaması gerekenleri içerde bırakılıp, asla affedilmemesi gerekenleri dışarı çıkaran bu afla bir kez daha gördük ki, devletin affetme yetkisi, keyfi ceza verme yetkisiyle atbaşı gidiyor. Devlet, "kendine karşı işlenen suçları af dışı bırakıp, bireylere karşı işlenen suçları affederek, adalet değil, sadakat peşinde olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Toplum bir kez daha, temsilcilerinin ihanetini yaşadı. Toplumun yüzde doksanı affa karşıyken af çıkaran temsilciler, açıkça temsil görevini kötüye kullandı.

***

Bu affın "adaletli" olmasına imkan yoktu.

Ne "kader mahkumu olanlar/olmayanlar" ayrımının; ne "devlete karşı suç işleyenler/bireylere karşı suç işleyenler" ayrımının, hiç ama hiçbir ayrımın, toplumun bütününde "hak yerini buldu" duygusu uyandırması mümkün olamazdı. Çünkü her ayrım, ayrımı yapanın ideolojik, siyasi ve ahlaki duruşunu yansıtacaktı. Adına ister ceza indirimi deyin, ister af, hangi suçların "daha az suç" hangi suçların "daha çok suç" olduğu gibi bir ayrıma girildiği anda çuvallanması kaçınılmazdı. Nitekim, fena halde çuvallandı.

Bu "çuvallanma"nın en büyük suçlusu, şu af lafını ilk ortaya atan; "diş macununu" sorumsuzca sıkandı. O ilk laf, vaktinde geri püskürtülmediği için, kısa sürede herkesin elini kolunu bağlayan bir emrivakiye dönüştü. Ve işte sonunda ortaya Rahşan Hanım'dan başka hiç kimsenin içine sinmeyen bu yamalı bohça çıktı...

***

Ama bu defa, eskisinden farklı birşey oldu.

Şimdiye kadarki aflarda mızırtı düzeyinde kalan toplumsal hoşnutsuzluk bu kez öyle güçlüydü ki, politikacılar belki de ilk kez af lafını ortaya attıklarına pişman oldular. Affın siyasi partilere oy getirecek bir "araç" olmadığı; tam tersine oy götürebileceği, bir başka deyişle "popülist" bir politika olmadığı anlaşıldı.

Şimdi, bizim gibi affa taa başından beri karşı olup da bir emrivaki haline geldikten sonra sesini kısanlara, "Bu son olur inşallah" demek düşüyor.

Af istenmeye istenmeye çıkarıldı. Şimdi sıra asıl istenenlerin, ihtiyaç duyulanların yapılmasında.

Temsilcilerimiz, temsilci oluşlarını biraz olsun ciddiye alıyorlarsa, şimdi kendilerinden ciddi bir yargı reformu yapmaları ve:

- Mahkemelerin verdiği cezaları göstermelik hale getiren, cezanın caydırıcı özelliğini neredeyse ortadan kaldıran İnfaz Kanunu'nu değiştirmeleri;

- 312, 159 gibi maddeleri değiştirip fikir suçu, siyaset suçu gibi kavramları ceza yasalarından silmeleri;

- Terörle Mücadele Yasası'nı sıkıca elden geçirip bu yasayı "fikri cezalandıran gizli yasa" durumundan çıkarmaları bekleniyor.

Kısacası artık cezaevlerinin, suçsuzların asla girmediği, giren suçluların ise kolay kolay çıkamadığı yerler haline getirilmesi gerekiyor.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır