O gün Zübeyr'e (R.A.) bir çok yiğit müracaat etti. Düşmana kendisiyle birlikte hücum etmek istediklerini söylediler. Zübeyr, "Haydi!" deyince hep birlikte arslanlar gibi düşmanın üzerine atıldılar. Ne zaman ki, Rum safları ile yüzyüze geldiler; Zübeyr döndü baktı ki, arkasında kimse kalmamış. "Hücum etmek için daha ne bekliyoruz" diyen yiğitlerden hiç eser yok. Zübeyr tek başına daldı. Vurdu, vurdu, vurdu... Yoruluncaya kadar vurdu. Geri yerine döndü. O yiğitler tekrar yanına geldiler: "Hamle yap! Bu sefer biz de seninle beraber saldıracağız."
- Siz sözünüzde durmaz, yine dönersiniz.
- Allah'ın izni ile bu sefer sözümüzde duracağız.
Zübeyr tekrar hamle yaptı. Rum saflarına vardığında baktı, o yiğitlerden yine hiç bir eser yoktu. Ama yalnız değildi. Oğlu Abdullah (R.A.) yanı başındaydı. Zübeyr gittiği her savaşa oğlunu da beraberinde götürüyordu. Onun savaşı ve savaşmayı öğrenerek büyümesini, yetişmesini istiyordu. Birlikte düşmanın içine daldılar. Vuruşmaya başladılar. Abdullah atının üstünde düşman askerleri arasında dolaşıyor; kılıcıyla boyunlarını vurmak için, her türlü korku ve endişeden uzaktı.
Hem niçin ve kimden korksundu? O şüphesiz canının ancak Allah'ın kudretli elinde olduğuna ve ecelinin Levh-i Mahfuz'da Allah tarafından tayin edildiğine sonsuz imanı olanlardandı.