Gazeteci "geyik" mi Başbakan "kedi" mi?
Kapı "güm güm" vuruldu. Mavi gözlü adamın ailesi heyecanlandı. Zili olan bir kapının yumruklanması hayra alamet değildi. Oysa; mavi gözlü adam bu ziyareti beklemekteydi. Biliyordu ki; an gelecek ve kapıya mehter kösü gibi vurulacaktı.
Mavi gözlü adam kapıyı açtı. Polisler onu görünce bir tuhaf oldu. Çekindiler sanki; şaşkınlığı atlatınca "Ulan oğlum kim bu? Kapıyı Atatürk açtı sandık ha!.." diye geçirdiler içlerinden.
-Filanca sen misin?
-Evet.
-Buyur gidelim!..
Mavi gözlü adamın hemen ardında annesi duruyordu. Sağ eli kalbinin üstündeydi. "Gidelim" sözü üzerine yığılıverdi.
Polislerin Atatürk'e benzettiği genç adam kimdi?
KIRMIZIYI HOMOSEKSÜEL BİLE GİYEMEZ!...
Genç adam polis otosuyla götürülüyordu. Başını iki yana sallıyordu, acı acı gülümsüyordu. Ankaralılar polis otosundaki adama dikkat etmediler...
Mevsim bahardı, sinema dönüşüydü, Ankara kaldırımları doluydu... Baharla birlikte güzel filmler gelmişti Ankara'ya... "Cennet Yolu" büyük ilgi görmüştü. James Dean'ın Cennet Yolu / East of Eden filminden etkilenmiştik. Ne olsa John Steinbeck romanından uyarlamaydı. Steinbeck, bizim kuşağa okumayı sevdiren yazarlardan.
Bir yıl önce (1955) Porsche otosuyla kaza yapıp parçalanmıştı James Dean. Sonra bir poster tanrısı olacaktı. Otosunun leblebi büyüklüğünde kesilen parçaları 100 dolardan satılmıştı. Parçalar öyle çoktu ki, o kadar metal ile bir kaç yüz otomobil yapılabilirdi. Öldüğü otodan yapılan James Dean kolyeleri boyunları süslüyordu. Uyanığın biri Türkiye'de bile piyasaya sürmüştü.
Ancak; kırmızı montlu, beyaz tişörtlü, cin pantalonlu James Dean giyim tarzı, bizde yandaş bulamazdı. 1956 yılında, "gay"lar bile kırmızı mont giyemezdi. Homoseksüeller asla hoşgörülmezdi, aşağılanır, dayak yerlerdi. Homoseksüeller, korkunun titizliğiyle kimliklerini gizlerdi.
FİRARİ AŞIKLAR ve DEMİRPERDE ile KOVBOYLAR
Yılın bir başka filmi de "Firari Aşıklar / Young Lovers" idi. Sovyet diplomatı genç ile İngiliz kızın umutsuz aşkı... Onların arasına giren kahrolası demirperde... Demirperde ile ezeli rakibi Amerika, o yıllarda dünya tiyatrosunun sahnesini açıp kapardı. Bu ikisi şimdi Türkiye sahnesindeydi.
Türkiye zil kalmıştı 1956'da... Memleket ilerde ne "zillik"ler görecekti ama, bu ilkti.. Demokrat Parti hükümeti hazineyi tüketmişti. "İmar seferberliği, yurdun her yanına şeker fabrikası, al köylü kardeş harca..." derken, ekonomi tuş...
-Korkmayınız efendiler. Amerika yardım eder. Bir yerden para çıkartır, bizi kurtarırlar.
Hemen büyük ağabeye başvuruldu: "-Hey Corç, versene borç".
Kovboylar mangırı verelim mi diye düşünürken Demirperde aralandı:
"-Alın bre gospodinler!..", diyerek çuvalla yardıma başladılar "-Onların doları para da, bizim ruble para değil mi?"
Bizim hükümet: "-Kovboylar nazlanırken ayılar yetişti çok şükür..." dedi, hem sevindi, hem işkillendi:
"-Kovboyları kızdırmayalım, daha yeni NATO 'ya girdik.."
"-Kimse öpmeyeceği eşeğe yem vermez!.."
"-Gelene ağam, gidene paşam..."
Amerika'nın 300 milyon doları hazır, eli kulağında... Tam bu sırada TIME dergisi hıyarlık etmez mi "Dikkat!.. Vereceğimiz parayı Türk hükümeti çar çur eder ha!.." Bak şimdi, pişmiş aşa su katıyorlar kardeşim.
KRAVAT SÖKMEZ BURADA!..
Mavi gözlü adam gazeteciydi. Adı: Cüneyt Arcayürek idi. "Bir Kedi ile Fare Hikayesi" başlıklı yazısı Başbakan Menderes"in tepesini attırmıştı: -Beni "kedi"ye benzetmiş.., diyordu. Başbakanı kediye benzetmek, hükümetin manevi şahsiyetini tahkir demekti. Hemen tutuklama emri çıkartmıştı. Cüneyt Arcayürek, AKİS dergisinin "Umumi Neşriyat Müdürü"ydü. AKİS'in sahibi Metin Toker ile ikisi iktidarı her dakika öfkelendiriyorlardı. 1956'da çıkan hapisçi basın yasasına rağmen yürekli gazeteciler kalemlerini sakınmıyorlardı. Biz öğrenciler, o yürekli gazetecilerin yazılarını ne heyecanla okurduk...
Cüneyt Arcayürek Ankara Hilton'a (Ankara Cezaevi) atılmıştı.
-Selamünaleyküm gasteci efendi. Hele gel berber goltuğuna...
Tıraş makinesini keyifle Cüneyt Arcayürek'in saçlarına daldırdı. Saçlar betona dökülürken, gravatlıyı boğan çarıklının bilinçaltı orgazmını yaşıyordu berber-gardiyan... İçinden naralar atıyordu herhalde: "Ülen burası mapus damı!.. Kravat sökmez burcıkta!.. Aha keserim saçını şurcıkta!.."
Cüneyt ağabeyin saçları da, kendisi de güzeldi, film yıldızları gibiydi. Saçları betona, kendi mapus damına düşmüştü. Kısmette Kurban Bayramı'nı içerde geçirmek varmış. Ya yere yığılan annesi ne olmuştu?
O yıllar, bayram tatillerinde sosyete Bursa Çelik Palas'a giderdi. Şömine ve kaplıca sohbetlerinde o yıl, Liz Taylor güzelliğindeki Gül Sarol, Ord. Prof. Naci Bengisu, Lerzan Bengisu gibi birçok saygın insan vardı. Cemiyet yaşamındaki Vehbi Koç'lu kaliteye, Bursa Valisi İhsan Sabri Çağlayangil de renk katıyordu.
KAHRAMAN ZEKİ MÜREN ve NEDİR ŞU "GAZETE" DEDİĞİN?
Gazeteci Cüneyt Arcayürek, 20 gün sonra serbest bırakıldı. Saçları elbette yeniden uzayacaktı. Onun üç numara tıraşlı fotoğrafı dönemin iktidarının ayıbı olarak kalacaktı. Anneciği ise yataklara düşmüştü ve "Cüneyt"i bir daha evden alınırsa, yüreciği dayanamayacak kadar hassaslaşmıştı. Cüneyt ağabey, hapisten çıktıktan sonra da, cesaretiyle, yeteneğiyle Türk basınının örnek gazetecisi oldu.
***
Gazetelerin önemini yeniden düşünmek gerekiyor:
Gazeteler, topluluğu inşa eder. Çünkü gazetecilik; toplumun üyeleri arasında bağ oluşturan mekanizmadır. Her gün milyonların katıldığı kitlesel geleneklerin temelini gazeteler oluştururlar. Herhangi bir gazetenin, bir sabah yayınlanmaması ortaya öyle aksaklıklar çıkarır ki... Gün yanar, takvim şaşar. Gazetesini kaçıran, dünyanın yerinde durup durmadığından bile şüphe eder. Her sabah, her kahvaltı sofrası, bir gazete ile törene dönüşür.
***
Evet; Türkiye ilk zilliğinde, 300 milyon doları ABD'den koparacaktı, Sovyetlere muhtaç olmayacaktı. Bu sırada Zeki Müren, Sovyetleri yerden yere vuran bir casusluk filminde oynamaya razı oldu. Hem de Ayhan Işık'la birlikte. Anti komünist içerikli filmin kadın oyuncusu da Deniz Tanyeli idi. Sahnenin ve sinemanın krallarını bir araya getirebilen filmciler, anti komünist senaryoyu bir türlü toparlayamadılar. "En iyisi Zeki Müren şarkı söylesin, boş patlat siyaseti birader... Zeki, fakir kör şarkıcı, kız güzel ve milyoner olsun..."
Şarkılar söylenecek, dolar gelecek, dolap dönecek, gazeteci hapse atılacak, iktidarlar devrilecekti... Ama gazeteler hep yayınlanacaktı. Gazeteciler cesur ve azimlidir.
Onları yumuşak ruhlu geyik, kolay av sandılar.
Onlar, vuruştu sonuna kadar, hayret!..
Köpekler bakakaldı ava.
Avcı bozuldu bıçağını kullanamadı diye.
Nasıl tutuşur bu kadar büyük çılgınlık ve cesaretle
O yumuşak ruhlar?
Bu yangın nereden gelir?
Ancak böyle çarpışır boğa
Bir yiğit böyle can verir!..
TEVFİK YENER
|