Siz hâlâ menajer kullananların sadece sahne sanatçıları olduğunu mu sanıyorsunuz! Yazarlar da artık, bir nevi menajer olan ajan kullanmaya başladı. Türkiye'de bunu, şimdilik, tek kişi yapıyor: Barbaros Altuğ. O temsil ettiği yazarların kitaplarının çevrilmesinden, hangi yayınevi ile çalışacağına kadar her türlü işini üstleniyor. Başlangıçta sadece Murathan Mungan'ın ajanlığını yapan Altuğ'un listesi artık kabarık.
Sen bir edebiyat ajanı mısın?
Evet. Yani basın ve halkla ilişkiler danışmanı değilim. Görevim, bir yazarın tüm eserlerini, yazılmış ve yazılacak olan, yurtiçinde ve dışında temsil etmek. Tüm dünyada geçerli olan menajerlik kontratını imzalıyor ve onun hükümleri dahilinde çalışıyoruz.
Bunun senin için bir getirisi var mı?
Tabii ki. Çünkü başka iş yapmıyorum ve geçimimi böyle sağlıyorum. Kitap satışlarından yüzde 10-20 arasında değişen komisyon alıyorum.
Kaç yazar var şu an listende?
Murathan Mungan, Vedat Türkali, Latife Tekin, Celil Oker, Perihan Mağden, Aslı Erdoğan, Leyla Erbil, Bejan Matur, Selim İleri'nin yurtdışı hakları ile Hakan Akdoğan... Birkaç tane de yabancı yazarın temsilciliğini aldım.
Bir yazarın ajanlığını üstlenebilmendeki kriterler ne?
İyi bir yazar olduğuna inanmam gerek. Çalıştığım yazarları da bir şekilde tanıyor ve onların iyi yazar olduğuna inanıyordum. Yani hiçbiri gelip, "Benim ajanlığımı yapar mısın?" demedi. Ajans kurmak gibi bir niyetim de yok. Başlangıçta 10-12 yazar düşünüyordum ve bu hâlâ geçerli.
Bir yazarı temsil etmeye başladığında neler değişiyor?
Edebiyat ajanlığının amacının, bir yazara yeni bir ad ya da imaj yüklemek olmadığını hemen belirteyim. Çok sattırmak da değil. Önemli olan onları, kendi imgelerine göre temsil etmektir. t Bu işi yaparken en çok dikkat ettiğin şey ne?
Her şeyden önce yazarın hakkının yenmemesi için mücadele veriyorum. Çünkü Türkiye'de yayınevleri yıllarca yazarların sırtından geçindi. Bu noktada yazarın kitaplarının satışından aldığı yüzde çok önemli. Burada onun çok satıyor olması da kriter olamaz. Çok satan biriyse eğer bu yüzde daha da yükselir ama önemli olan belli bir limitin altına inmemek. Bu kişiler, bir şarkıcı değil. Hani, "İlk kasetini bedava yapalım, sonra para kazanır" diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü bir kitabı tamamen yazarın kendisi yaratıyor.
Kitapların ve yazarın tanıtımı için neler yapıyorsun?
Hiçbir gazeteciyi beş defa arayıp "Bu kişiyle röportaj yapın" demedim. Bu yazarı küçük düşürmekten başka bir işe yaramaz. Ben onların tanıtımı için bir program hazırlıyorum. Bu da yazarına göre değişiyor. Mesela, Bejan Matur, bir şair. Onun için bir reklam kampanyası yürütmek asla faydalı olmaz. Onun medyası daha çok edebiyat dergileri olabilir. Onu anlayan insanlarla konuşmalı. Ama 150-200 bin satış getireceğine inandığımız bir kitap için ise çok daha farklı bir yöntem izliyorum.
Reklam bir kitabı çok sattırır mı?
Doğru yapılırsa evet. Ama bunun biçimi hâlâ anlaşılamadı. Mesela, Yapı Kredi Yayınları, "Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini" için herkes bu yaz bu kitabı okuyacak dedi ve televizyona bile reklam verdi. Bir tek mandolin vermediği kaldı. Ama satmadı. Aynı yanlışlığı şimdi Amin Maalouf için yapıyorlar. Bu bir hata. Oysa "Kızıla Boyalı Saçlar" için Om Yayınevi çok güzel bir tanıtım izledi ve bu kitap kendi ülkesindeki (Yunanistan) kadar bir satış yakaladı.
Öyleyse siz "Türkiye'de kitap okunmuyor" sözünü doğru bulmuyorsunuz...
Türkiye 70 milyonluk bir ülke. Entelektüellerin yalnızca İstanbul'da yaşadığını ve sayılarının bin olduğunu düşünmek cahillik olur. Vedat Türkali ve Murathan Mungan'la imza günleri ve söyleşiler için tüm yurdu dolaştım. Her gittiğimiz yerde entelektüel bir kesim vardı. Önemli olan da onları çekebilmek.
Kitap tanıtımları ve çok satan kitaplar eleştiriliyor. Siz ne tür tepkiler alıyorsunuz?
Çok satan yazarlara düşman bir kesim var. Mesela, Hilmi Yavuz çok kızıyor ama o da yıllar önce çok satan bir şairdi. Ayrıca "Yazarlar oraya buraya çıkıyor" diye onları eleştiriyor ama, ben kendisiyle "Vizyon dergisine röportaj yapalım" dediğimde hemen kabul etmişti. Sonuçta bu bir sosyete dergisiydi. Bu tepkilerin altında bu kişilerin hayatı sadece Türkiye'den ve Beyoğlu'ndan ibaret sanmaları yatıyor. Ama gençler onların tavsiye ettiklerini okumuyorlar. Ben de gencim ve her ne kadar Özdemir İnce bana cahil dese de kendimi öyle görmüyorum. Bugün bir eleştirmenimizin 10 yıldır yere göğe sığdıramadığı bir yazarın esamesi okunmuyor. Haydi bu yazarı, Türkiye atladı ama dünya da mı atlıyor? Oysa şu an Türk yazarlara büyük bir ilgi var.
Geçen hafta edebiyat çevreleri bazı tartışmalara sahne olurken, kitap satışları da artmaya devam etti. İşte gelişmeler:
Üç büyük ilden aldığımız en çok satan kitap listelerine baktığımızda Amin Maalouf'un "Yüzüncü Ad"ını ilk sıralarda görüyoruz. Bu kitap Ankara ve İstanbul'da birinci sırada. İzmir'in en çok satanı ise Marlo Morgan'ın "Bir Çift Yürek" kitabı. Bu yürek hala atıyor! Yılmaz Erdoğan'ın "Anladım" şiir kitabı Ankara ve İzmir'de listelerin üst sıralarında yer alırken İstanbul'da listeye giremedi. Avrupa'yı kasıp kavuran "Biridget Jones'un Günlüğü II" ise İstanbul ve Ankara kadınlarını peşinden sürüklese de İzmirli kızların pek dikkatini çekmemiş. Özgüven kazanmaya çalışan Bridget'in maceraları herhalde İzmir'in kızlarına pek yavan gelmiş!
Geçtiğimiz günlerde siyasal roman tartışması kızışmış, Kaan Arslanoğlu Adam Sanat Dergisi'nde isminin baş harflerini kullanarak Zeki Coşkun aleyhine çok sert bir yazı yayımlamıştı. Coşkun'un cevap yazısı ise 'yayımlanamaz' bulunmuştu. Bu yazı E'de yayımlandı. Dört sayfalık yazısında Coşkun, Arslanoğlu'nun yazısını edebiyat dışı ve yüz kızartıcı bulduğunu belirterek şöyle sonlandırmış: "Ahlak, vicdan, sevgi, saygı, insani değerler gibi sözleri bir daha ağzına almamasını öneririm. Bunların onun dilinde, zihninde ne olduğu belli. Hele siyaset, Marksizm, mücadele, muhalefet gibi kalkan ve kılıfları kişisel hırslarına, kin ve nefretine alet etmeye hiç mi hiç kalkışmasın."!
Buket Aşçı