Türkiye televizyonlarının haber klasiği sayılan 32. Gün tam 15 yaşında
Medyada uzun yaşamanın sırrı
Çoğunuz bir ayı 30 ya da 31 gün yaşarsınız.
Bazılarımız şanslıydık: Onu 32 gün yaşadık.
Ve o fazladan yaşadığımız 32. gün hayatımızı değiştirdi.
Geçen hafta, Türkiye'nin bu en itibarlı haber programına omuz verenler, onun 15. yaşını kutlamak üzere bir aradaydılar.
Sadece orada bulunan simalar bile programın Türkiye'nin kısa televizyon tarihine yaptığı katkıyı kanıtlamaya yeterdi.
Bugün medya dünyasında imzası olan pek çok isim, 32. Gün'le doğmuş ve orada yetişip sonra "kendi dükkanlarını açmışlardı".
Mehmet Ali Birand'dan Ali Kırca'ya, Coşkun Aral'dan Mithat Bereket'e, Savaş Ay'dan Reha Muhtar'a, Ahmet Sever'den Çiğdem Anat'a, Deniz Arman'dan Cüneyt Özdemir'e, Turan Yavuz'dan Bülent Çaplı'ya kadar pek çok ismin hayatının bir döneminde buluştuğu bir adresti 32. Gün...
Ve bu kadro, o gece neredeyse eksiksiz olarak -Ali Kırca'nın tabiriyle- "kendi yarattıkları ve kendilerini yaratan tarihi" kutlamak için oradaydılar.
MEKTEPTE ALTI YIL
Kişisel olarak benim meslek hayatımın da en önemli kilometre taşlarından biridir 32. Gün...
1989'da başladığım "mektep"te altı yıl "okudum".
Şimdi dönüp geriye baktığımda araştırmalara, kitaplara, doktora tezlerine konu olan ve pek çok benzerini yaratan 32. Gün'ü bir okul, bir marka ve en önemlisi bir kurum yapan şeyleri daha net görebiliyorum:
Bunların başında "emek" geliyor.
Yukarıda sıraladığım "şöhretler karması"nın arkasında (Musa Çözen'den, Selma Yeşilbağ'a, Talip Korkmaz'dan, Mustafa Ünlü'ye, Ali İnandım'dan Nihat Özcan'a Metin Çorabatır'dan Dilek Dündar'a, Yusuf Akçora'dan Bülent Özkam'a dahası çaycısından kuryesine kadar) öyle bir "isimsiz kahramanlar ordusu" vardı ki, onların mesleki titizliği, dekorundan jeneriğine, konu seçiminden kamera açısına, montaj ritminden müzik ve efekt kullanımına dek her konuda sonrakiler için örnek teşkil etmiş, televizyonculukta bir ekol yaratmıştır.
Programın ikinci başarısı, bu kişisel çabaları bir "ekip ruhu"na dönüştürebilmesidir. Herkesin birbiriyle amansız bir rekabet içinde olmasına rağmen, son tahlilde haber dışında hiçbir şey düşünmediği ve programın mükemmelliği için çalıştığı bir "bayrak yarışı"ydı 32. Gün...
Yayın gecesi bütün ekip bir arada yemek yer, ancak uykusuzluktan başımızı tutamayacak halde olurduk.
KALEYDOSKOP
Ve nihayet hiç kuşkusuz herkesin enstrümanını en iyi çalmaya çalıştığı bu seçkin orkestranın en çok övgüyü hak eden elemanı, Şef Mehmet Ali Birand'dır.
Birand, kişisel gazetecilik yeteneklerinin yanı sıra bence 32. Gün'le meslektaşlarına çok önemli bir ders daha vermiştir: O da yeteneğin değerini bilmesi ve cesurca önünü açmasıdır.
Kendi programını "tek adam gösterisi"ne çevirip, kendisinden başka hiç kimsenin öne çıkmasına fırsat vermeyen ya da kendi kopyalarını üreten kimi TV starlarının tersine Birand, çok farklı tarzları olan muhabirlerini komplekse kapılmadan ve kısıtlamadan ekrana sürmüş ve bu sayede 32. Gün'ü farklı renkler verdikçe zevkle izlenen bir kaleydoskopa dönüştürmüştür.
Bazı programların 3-5 yıldan fazla yaşayamamasının da 32. Gün'ün 15 yıl ayakta kalabilmesinin de sırrı bence buradadır.
Yıllar yılı birbirini görmemiş ustalarla onların yetiştirdiği çırakların yıllar sonra bir yaşgünü davetiyle heyecanla yeniden toplanıp bir arada neşe içinde sabahlayabilmelerinin sırrı da bu yaklaşımdadır.
15. yaşgünü vesilesiyle 32. Gün'ün şefini de onun orkestrasında başarıyla çalmış, şimdi herbiri kendi şefliğini ilan etmiş çalışanlarını da yürekten kutluyorum.
20. yılda yeniden buluşmak dileğiyle...
candundar@superonline.com
|