Kriz bitiyor mu?
Bu kez sürpriz olmadı. Önce Başbakan, sonra IMF heyeti ve bürokrasi gelişmeleri özetlediler. Ayrıntıları bugünün gazetelerinde yayınlanıyor.
Faizleri çıldırtan likidite krizi açısından en önemli konu, IMF tarafından verilecek "ek rezerv kolaylığı" idi. Beklentiler 5-6 milyar dolar civarında seyrediyordu.
İşin mantığı, IMF'nin "güven bunalımı" sonucu Türkiye'yi terkeden döviz miktarına eşit bir meblağı sağlamasını gerektiriyordu. IMF Avrupa sorumlusu Deppler, ek kolaylığı 7.5 milyar dolar olarak açıkladı. Böylece krizin döviz rezervlerinde yol açtığı kanama da ortaya çıkıyor.
Ancak, biz paranın Aralık sonunda tek seferde gelmesinin daha doğru olacağını düşünüyorduk. IMF taksitlendirmeye tercih etmiş. 21 Aralık'ta İcra Kurulunun onayından sonra 2.25 milyar dolar yolluyor. Gerisi yavaş yavaş ödeniyor.
Bu kaynağı neden veriyorlar? Döviz rezervlerinin azalmasının kur programının devam etmesi konusunda tereddütler yaratacağı düşünülüyor. Yani devalüasyon rivayetleri artabilir. Rezerv tekrar yükselince, kura güven de artacak.
Peki, neden taksitle veriyorlar? Çünkü Türkiye'nin geçmişte yaptığı hatalar var. Ekonomi biraz toparlanınca hükümetler kriz sırasında verdikleri sözleri unutuyorlar. Likidite sıkıntısı geçince, tekrar reformları ve özelleştirmeleri savsaklayabilirler. Taksitleme, hükümeti disiplin altında tutmayı hedefliyor.
Para kurulu muadili sisteminin nasıl işlediğini sanıyorum herkes öğrendi. Döviz gelince, Merkez Bankası Net İç Varlıkları'nı arttırmadan piyasaya nakit verebiliyor. Böylece faizler tekrar gerilemeye başlıyor. Mali piyasalar normalleşiyor.
Yavaş olur
Baştan beri, yaşanan likidite sıkıntısının Türkiye ekonomisinin esas gidişatı ile (İngilizce "fundamentals" deniyor) doğrudan ilintili olmadığını savunduk. Hâlâ o kanıdayız. Bu krizi cari işlemler dengesindeki açığa, yada TL'nin değer kazanmasına atfetmek mümkün değildi.
Yanlış anlaşılmasın. Onların hiç etkisi olmadı demiyoruz. Şüphesiz oldu. Ancak, faizlerin ulaştığı düzey, dış açığın ve enflasyonda hedeften sapmanın yol açabilceğinden çok daha derin bir güven bunalımına tekabül ediyor.
Geçtiğimiz iki hafta içinde bir ara neredeyse panik noktasına varan bu güvensizliğin nedenleri üstünde durmaya ve analiz etmeye önümüzde çok vaktimiz olacak. Fakat, bir hususu mutlaka belirtmeliyiz.
Bu kriz Türkiye'de rezervlerin düşmesinden çıkmadı. Tam tersine, kriz çıktığı için rezervler eridi. Demek ki, IMF yada başkasından gelen döviz girdileri sonucu rezervlerin artması ile birlikte başladığı gibi bitmeyecek.
Şunu söylemek istiyorum. Elbette faizler düşecek. 2001 yılı için sepet devalüasyonun maksimum yüzde 15 olacağı bir ülkede faizin birkaç hafta bile yüzde 100'ler yada üstünde seyretmesi olanaksızdır.
Hesap ortada. Bona ve tahvilde yüzde 100 nominal faiz, döviz sepeti cinsinden yüzde 74 reel faize tekabül eder. Ona rağmen, kendi ülkelerinde euroda yüzde 6, dolarda yüzde 7, yende yüzde 2 faiz olan yabancılar Türkiye ilgi duymuyorlar.
Faizler tedricen düşecektir. Yani, reel olarak inanılmaz düzeyde yüksek kalacaklardır. Bono-tahvilde yüzde 50 nominal faiz, döviz sepeti bazında yüzde 30 demektir.
Fatura büyüktür
15 günlük çalkantının Türkiye ekonomisine faturası önümüzdeki günlerde çıkacaktır. Temenni etmiyorum ama bugün görünenden çok daha büyük olmasından açıkçası korkuyorum.
En büyük bedeli reel ekonomi ödeyecektir. Mali sektör çok büyük sarsıntı geçirmiştir. Kredi hacminin daralması kaçınılmazdır. Güven duygusu kolay geriye gelmeyecektir. Vergiler artacak, hükümet harcamaları kısılacaktır.
Ekonomi zaten zar zor canlanıyordu. Şimdi mal ve hizmet piyasalarında iç talep bıçak gibi kesilecektir. Türkiye'nin bir süre için bile olsa 1998-99 yıllarındaki küçülme fasit dairesine dönmesi ihtimali artmıştır.
Evet, bu işler böyle. Yapmak çok zor; yıkmak çok kolay. Bizim de ikincisine galiba özel bir yeteneğimiz var. Zor günler bizi bekliyor. Hayırlısı...