Seyircisiz maç cezası bir ölçüde etkili olacaktır.. Tabii eğer, sonunda bundan karlı çıkacaklarını görmekten aciz, uzak görüşü kıt kulüp yöneticileri ve bu yöneticilerin güdümündeki medya cılkını çıkarmazsa..
Galatasaray cezayı olgunlukla ve olumlu karşıladı. Tahkime gitmeyeceğini açıkladı. Oysa asıl onların itiraz hakları olabilirdi.
Bana gelen faks ve e-maillerin pek çoğunda, kapalı tribünde yakılan meşaleleri sahaya attıranların, hatta bizzat taraftarın elinden alıp sahaya fırlatanların polisler olduğu yazılı..
Polis bu eylemi talimatlı bir önlem olarak gerçekleştirmiş. Küçük bir soruşturma gerçeği ortaya çıkarır, durum böyle ise, Galatasaray'ın sadece para cezası alması gerekirdi.
Çünkü tribünde meşale yakmanın cezası o.. FIFA ve UEFA uygulamaları da böyle.. Saha kapama, sahaya birşeyler atıldığında geliyor.
Galatasaray'ın haklı olabilecekken, kabullenişi yanında, Fenerbahçe yöneticileri hem suçlu, hem güçlü edası ile ortaya çıktılar. Karar açıklanır açıklanmaz bir yaylım ateşi başladı.. Hemen herkes konuştu. Ekranlar, kırılıp sahaya atılmış yüzlerce koltuğu ve terörist başlıkları giymiş insanları gösterirken, bu tavır, Fenerbahçe'yi yönetenlerin farkının ifadesiydi ve bu fark, herhalde sporun ve tekrar ediyorum, uzun vadede Fenerbahçe'nin lehine değildi.
Kulüp tesisleri kendi holiganları tarafından basılan, kendi kaptanları linç tehlikesi atlatan bir kulübün holiganizmle savaşta en önde olması gerekirken, Fenerbahçe'nin başkanından başlayarak suça sahip ve arka çıkması üzücü oldu.
Fenerbahçe'nin kontrolündeki medya da, ilk günde yangına körükle gideceği izlenimini verdi. Dileriz Ceza ve Tahkim Kurulları kuru gürültüye pabuç bırakmaz ve bu tür holiganizm olaylarında, tekrar unsurunu da kullanıp, cezaları daha da ağırlaştırarak vermeye devam ederler. İkinci önemli adımı İstanbul Emniyet Müdürlüğü attı.
Polisin belli başlı amigoları toplaması ve suç aletlerinin stadlara nasıl sokulduğunu araştırmaya başlaması da ciddi bir başlangıç. Polis eğer amigoları kontrol altına alabilirse, tribün terörü sona erer..
Amigolar Emniyet Müdürlüğüne davet edilir ve tribün suçlarından sorumlu tutulacakları anlatılırsa, bu sözün arkasında durulup, tribünleri suça teşvik edenlerin izleyen maçları stadlar yerine karakolda geçirmeleri sağlanırsa (Avrupa'da en etkili yöntemlerden biri bu) sorun büyük ölçüde çözümlenir. Asıl çözüm, bu amigo ve yandaşlarının, kulüpler ve yöneticiler tarafından beslenmesini önlemek. Bunu yapmanın da, sorumlu bir polis açısından zor olmadığını sanıyorum.
Stadyumda görevlendirilen polislere, ana görevlerinin, maça gelen sporseverlerin rahat maç izlemesi olduğu bilincinin yerleştirilmesi, çözümü tamamlar. Tribünde görevli polisler, amigo ve yandaşlarının, zorbalık ve tehditle, yasal biletli ve kartlı sporseverlerin yerlerini gasp etmesini önler.. Herkesin kendi yerinde oturmasını sağlar. Merdivenlerin mutlak boş bulunmasını gözetir. Buralara oturanların bilet ve kart kontrolü yapılır, avantacı, beleşçi sızmalar derhal stad dışına çıkarılır.
Koltuklar oturulsun diye yapılmıştır. FİFA'nın görevlendirdiği toplum psikolojisi uzmanları, oturmanın holiganizmi önlemede büyük rol oynadığını, ayakta durmanın insanı daha kolay saldırgan yaptığını tespit etmişlerdir. FİFA bunun üzerine bütün stadların oturmalı olmasını zorunlu hale getirmiştir. Ama bizim ülkemizde amigolar ve yandaşları koltukların oturma için kullanılmasını engellemektedirler..
"Ayağa.. Ayağa, bütün stat ayağa" diye holiganizm çağrısı yapılmakta, ayağa kalkmayan kendi taraftarları dahi sözlü ya da fiili saldırıya uğramaktadır. Polis ayakta durmayı yasaklarsa, holiganizme en büyük darbeyi indirir.
Stadyum polislerinin bir büyük görevleri de, önceden hazırlanmış sloganlarla toplu küfürleri önlemektir. Bunu başarmak da sanıldığı kadar zor değildir. Sorumlu bir Emniyet Müdürü'nün toplu küfürlerin önüne geçmesi en fazla üç hafta sürer. Yeter ki önlemler alınsın ve uygulansın. Tekrar ediyorum..
Kulüpler ve medya sulandırmazsa, geçen hafta önemli ve etkili adımlar atılmıştır. Ardında durulursa, holiganizmin önleneceği umudu doğmuştur. Gelişmeleri bu umutla izleyeceğiz.
Bu yolda, teşkilatın ve polisin sonuna dek yanında olacağız. Stadyumlar bir dostluk, kardeşlik, sevgi ve gerçekten spor alanı olana dek!..
Ulusoy ve Süren!..
Sevgili Ağabeyim Öcal'a bir tavsiyem var.. Lisede matematik grubunun başkanı idi, dediğimi iyi anlar.. Eğer sütunlarını "Yaşasın Haluk Ulusoy-Kahrolsun Faruk Süren" parantezine alırsa, durmadan bu iki yazıyı yazmak, her konuyu ille bu ikisine çekmekten kurtulur, biz de onun lezzetli kaleminden, çok daha keyifli ve yararlı yazılar okuma fırsatı buluruz.
İnanamıyorum..
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en şaibeli federasyonu iş başında.. Her gün yeni bir rezillik gündeme geliyor, eski rezilliklerin hesabı verilmemişken.. Ağabeyim hem de nasıl bir avukat..
İşe Alaattin Çakıcı'dan göreve devam ruhsatı almak için kendi asbaşkanını kurban ederek başlayıp, gene Çakıcı'nın emri ile Eyüp Sultan'da koyunlar kestirerek devam eden başkan henüz dağıtılan jiplerin hesabını vermedi. Para nerden bulundu?.. Jiplerin vergileri nasıl ödendi?.. Geçiniz... Federasyon kararı var mı?..
Müfettiş raporları.. Savcılık soruşturmaları.. Dağlar gibi.. Ama Ulusoy, Emin Cankurtaran'ı aracı yapıp, "Politikacı" Fikret Ünlü'nün de gönlünü almayı başarıp koltuğunu sağlamlaştırıyor.. Ve utanç verici eylemlere devam ediyor.
Van-Galatasaray ve Sahrayı Cedit-Beşiktaş maçlarının büyük takımların sahasına alınması tam bir şike..
Bunu yazıyoruz..
Ağabeyim itiraz ediyor.. "Yoo o kadar değil!.." Ne kadar Sevgili Ağabeyim ne kadar?..
İki kulübün aralarında anlaşıp, birine ait avantajı ötekine devretmesi şike değilse, şike daha açık nasıl yapılır?..
Ligin son maçı.. Van-Fenerbahçe.. Fener 7-0 yenerse şampiyon olacak. Maç İstanbul'a alınıyor iki kulübün anlaşması ile ve Fener 7-0 kazanıp şampiyon oluyor.. Öcal Ağabeyim neler yazardı acaba?.. Pardon bir unsur daha var. Bu kararı alan Haluk Ulusoy değil, mesela Şenes Erzik!.. Galatasaray normalde Salı Van'a gidecek. Çarşamba Van'da, İstanbul'dan bambaşka bir yükseklik ve bambaşka bir iklimde oynayacak. Perşembe İstanbul'a dönmeden Ankara'ya geçecek. Cuma günü gene bambaşka bir iklim ve yükseltide Ankaragücü ile lig maçı oynayacak.
Bu maçla, Galatasaray'ın tüm haftayı İstanbul'da geçirip Perşembe Ankara'ya geçerek Ankaragücü maçını oynaması, Ankaragücü ve şampiyonlukta iddialı Beşiktaş ve Fenerbahçe açısından aynı mi?.. Olur mu?.. Olabilir mi?..
Buna izin veren Haluk Ulusoy nasıl savunulur, söyleyebilir misiniz?..
Ulusoy savunulur, ama Faruk Süren'le aralarında ticari husumet bulunduğu, sağır sultan tarafından bile bilinen bir gazetenin, daha ne olduğu dahi anlaşılmayan bir haberine dayanarak, daha ertesi gün, neyin ne olduğunu arama zahmetine katlanmadan ve gelişmeleri bekleme sabrı göstermeden, Sevgili Ağabeyim Faruk Süren'in istifa etmesi, ya da Yönetim Kurulunca izinli sayılması gerektiğini yazabilir.
Yazma Ağabey.. Özetle..
Yaşasın Haluk Ulusoy..
Kahrolsun Faruk Süren..
Bir notum da, öz ağabeyim kadar sevdiğim Necdet Çobanlı'ya.. İnançlarınız doğrultusunda yaptığınız savaşa fikren katılmadım ama bugüne dek saygı ile izledim, Necdet Ağabey.. Ama son zamanlarda, muhalif boyutlarını aşıp, muhbir Galatasaraylı durumlarına düşmeye başladınız..
Galatasaray camiasındaki saygın yerinizi kaybetme tehlikesi içindesiniz. Buna da en çok ben üzülüyorum, bilesiniz.. Size hiç yakışmayan şeyleri, yapmayın ne olur!.. Sadece benim değil, tüm Galatasaray camiasının Necdet Ağabey'i olmanın bilinci ve sorumluluğu içinde kalarak da mücadelenizi sürdürebilirsiniz.
Ya basketbol!..
Yıllardır basketbol maçlarına gitmiyorum.. Sebebini defalarca yazdım.. O zaman Spor ve Sergi Sarayı idi, Lütfi Kırdar.. Galatasaray ile Ankara Kolejliler oynuyordu. Hem Galatasaray'ı izlemek, hem de muhtemelen maçı seyretmeye gelmiş bir kaç eski Kolejli dosta rastlamak umudu ile gitmiştim. İçerde gördüğüm manzara dondurdu beni..
20-25 kadınlı, erkekli Kolejli taraftarın etrafı 500'den fazla gözü dönmüş Galatasaraylı tarafından çevrilmişti. Kolejlilere ağır küfürler yağıyor ve fiili saldırıda bulunuluyordu. Salondaki birkaç polis, Kolejlilerin linç edilmesini güç önlüyordu.. "Lanet olsun" dedim.. Çıktım..
Bu ülkeye basketbolü getiren, adını "Batıya açılan pencere"ye çıkaran bir kulübün hem de basketbol gibi nispeten nezih ve temiz kalmış bir spor dalına da holiganizmi bulaştırmasına öfkem hiç dinmedi.. Dün aldığım bir e-mail gene dehşete düşürdü.. Pazar günü Fenerbahçe'nin Ümraniye'deki yeni salonuna küçük çocuklarını da alarak gitme gafletine düşmüş bir baba..
Galatasaray'da basketbol takımı diye birşey kalmamış. Fener rahat yener.. "100 çeker" deniyor, öyle iddiasız bir maç..
Tribünlerde topu topu beş, on Galatasaraylı var.. Bunlardan biri de, o babanın minicik çocuğu.. Elinde de bir Galatasaray bayrağı var.. Fener'in kahraman(!) holiganlarının yüzlercesi bu aileye saldırıyor. Küçücük çocuğun elinden bayrağı alıyor ve yırtıyorlar.. Ne büyük zafer.. Bu dehşetin o minnacık beyinde nasıl bir tahribat yapacağını düşünmek için uzman olmak gerekmez.. Genç yaşta sporu sevdirmek isterken, insanlıktan nefret ettiriyoruz.. Hem de basketbolda.. Hem de evinize konuk gelmiş bir küçük aileye.. "Yazıklar olsun" diyeceğim.. Az..
Ne diyeyim peki?.. Ne dememi ister, ya da beklersin, Sevgili Uğur Dündar?.