Bu kısa kılıç, vefatlarına kadar Resõlüllah'ın elinde, ondan sonra da sırasıyla râşid halifelerimiz Ebõ Bekir, Ömer, Osman ve Ali (R. Anhüm) hazretlerinin muhafazalarında kaldı. Daha sonra Zübeyr'in oğlu Abdullah, Ali'den (R.A.) bu kılıcın kendisine verilmesini istedi. Ali de bu isteği kabul etti. Kılıç, Abdullah ölünceye kadar, onda idi. Onun ölümünden sonra ne olduğu ise şu ana kadar öğrenilemedi.
Bir gün Resõlüllah uyumak istemişlerdi. Zübeyr de yanlarındaydı. Resõlüllah'ın mübarek gözleri kapandı, derin bir uykuya daldılar. O gün de çok sinek vardı. Zübeyr, Resõlüllah'ın yüzündeki sinekleri durmadan kovalıyordu. Resõlüllah gözlerini açtıklarında onu sinek kovalarken gördüler. Ve buyurdular:
- Beni bırakıp gitmedin de sinekleri kovalamaya devam ettin; öyle mi Zübeyr?
- Evet, yâ Resõlâllah!
- İşte şu Cibril Meleğidir. Sana selâmı var. Diyor ki, "Ben seninle beraberim. Kıyâmet günü yüzünü Cehennem ateşinin kıvılcımlarından koruyacağım."
Zübeyr bu sözleri duyunca çok sevindi. Öylesine sevindi ki, gönlü adeta kabından dışına taşıyordu. Hem nasıl sevinmesindi ki? Bu, daha hayatta iken Cennet ile müjdelenmekten başka bir şey değildi. Ve böyle bir nimet kaç kula nasip olabilirdi?
Nitekim Resõlüllah müjdelerini daha da açıkladılar:
- Sen artık Cennet ile müjdelenen on kişiden birisin yâ Zübeyr!
Bunu da duyunca Zübeyr artık yerinde duramadı. İzin alıp doğruca hanımı Esma'nın (R.Anhâ) yanına gitti ve bu sevinci birlikte paylaştılar.