|
Avrupa, Türkiye'den özür dilemeli
Giden beş kişiden birinin geri dönebildiği 1. Dünya Savaşı'nın ardından Avrupalı müttefikler anlaşmalara riayet etmediler, topraklarımızda onarılamaz izler bıraktılar
Silah altına alınanların sayısı 2 milyon 850 bin kişiydi. Bunlardan sadece 560 bini geri dönebilmişti. Geri kalan da şehit, kayıp ya da esir olarak hayat kütüğünden düşürülmüştü. Yani giden her beş kişiden sadece biri geri dönebilmişti.
I. Dünya Savaşı'nın bu korkunç tablosu, Milli Mücadele'ye de yansıyacak, Avrupa'nın Mondros'la birlikte başlayan işgali İstanbul'a ardından da Anadolu'ya yayılacaktı.
Avrupalı müttefikler anlaşmalara riayet etmemişler, başta esirler olmak üzere Türkiye topraklarındaki katliam, yağma ve benzeri zorbalığın hesabını vermeden, geldikleri gibi değil, bir ülkeyi enkaza çevirerek gitmişlerdi.
Yaptıkları ne askeri ahlakla, ne de erdemiyle bağdaşmıyordu. Yüzbinlerce insanı asker ve sivil ayrımı yapmadan, kadın ve çocuk farkı gözetmeden tutsak etmişler, gözlerini oymaktan tecavüz etmeye varan gayri insani davranışları sergilemişlerdi.
Gittiklerinde bıraktıkları bu vahşetin onanmaz izlerini Türkiye, en az yarım asır üzerinden atamayacak, açıkçası bir nesil kaybedecekti.
Tecavüze uğrayan sadece 700 yıllık bir millet değil, bu milletin fertleri olmuştu. Tecavüze uğrayan kadın, kız ve oğlan çocuklarının sayısını, bu ulusun onurunu incitmemek için yazmaktan sarfınazar ediyoruz.
Konunun devletler hukuku ve insan hakları yönünden sürekli olarak Avrupa'ya hatırlatılması ve haksız davranışlara karşı bu haklılığın öne sürülmesi gerekiyor. Avrupa'nın sadece maddi değil, manevi tazminat borcu sadece Mondros ve Sevr'den değil bütünüyle bir işgalden kaynaklanıyor.
Savaş tazminatı gereğini bu noktadaki uzmanlara bırakıyor ve haksız esaret ve mezalimin bu büyük faturasına birkaç örnekle atıfta bulunmak istiyoruz.
Trakya'dan Yunanistan'a götürülen onbinlerce sivilin hesabını kim verecek? Guyan, Sibirya, Seydişehir, Birmanya, Burma gibi dünyanın en ücra köşelerinde hayatları ellerinden alınan sayıları hesaba gelmez Türklerin akibeti için hangi Avrupalı özür dileyecek? Çok uzak değil. Malta'ya sürülen yüzlerce Türk aydınının özgürlük hakkını elinden alan ve idam sehpası kuranların, bugün insan haklarından söz etmesi öylesine komik ki...
KAMP RAPORLARI
Yunanistan'daki çeşitli esir kamplarında esareti yaşayan asker ve sivillerin çektikleri çileyi Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi raporlarında görmek mümkündür. "Yunan İllerinde Zavallı Esirlerimiz" adlı rapor, Balıkesir ve çevresindeki Türk esirlerinin dönüşten sonraki ifadelerini kapsamaktadır.
Ahmet Efendi, Mustafa Kemal hükümetine casusluk etmek iddiasıyla önce Atina'daki Lutiye Esir Karargahı'na nakledilmişti. Kamptaki bir yıl zarfında esirlere yatak ve elbise gibi zorunlu ihtiyaçlarının verilmediğini ifade etmişti. Günde yarım ekmek haklarının olduğunu, karavana olarak sadece fasulye verildiğini, bu yüzden kamptaki esirlerin kuvvetten düştüğünü belirtiyordu.
Denizin ortasında 'müebbet'
Şeytan Adaları diye anılan Guyan'dan kurtulmayı başaran tek kişi Zileli İbrahim Bey'e göre ada, mahkumların gece gündüz çalıştırıldığı, insanın kanını damla damla kurutan bir cehennem
Ünlü "Kelebek" adasından sadece tek bir askerimiz geri dönebilmişti. Zileli İbrahim Mehmet 1920'de İstanbul'da iki işgal subayının katledilmesinden sorumlu tutularak Divan-ı Harb'e verilmiş ve idama mahkum edilmişti. 1914'te kardeşi Mehmet Bey ile seferberlik davetine uymuş ve İstanbul'a özel görevle gönderilmişti. 1918 yılında Anadolu'ya geçmeye hazırlandığı sırada iki subayın Kuvayi Milliyeciler tarafından öldürülmesinin baş sanığı olarak yakalanmıştı. Mahkeme, İbrahim Bey'in avukat tarafından savunulmasına, tanık ifadelerine müsaade etmemiş ve kararını iki celsede vermişti. Karar acilen uygulanmış ve "Türk Mukavemet Teşkilatı" üyesi olmakla suçlanan İbrahim Mehmet Guyan'a yani Şeytan Adaları'na gönderilmişti.
İbrahim Bey'in ailesi ile mektuplaşmasına ne mahkeme süresince ne de gönderildikten sonra izin verilmişti.
ÖLÜME TERK
"Beni en ağır işkencelerle denizin ortasında, kaybolmuş Guyan adasına getirdiler. Burası insan kanını damla damla kurutan bir cehennemdir. Bu cehennemde mahkumlar, gece gündüz hayvanlar gibi çalıştırılır. Verilen yiyecekleri köpekler bile yemez. Hasta olanlara bakılmaz ve ölüme terk edilir. Ben işte bu görünüş altında yıllardır damla damla ölüyorum. Ben cani değilim, ben hırsız değilim, ben katil değilim. Bir Türk vatandaşının böyle bir boyunduruk altında inlemesine daha ne kadar müsaade edilecektir. Ben, her ferdi vatanın kurtuluşu için kan dökmüş bir ailenin evladıyım. Beni kurtarınız, ölüyorum..." Bu İbrahim Efendi'nin Guyan Adası'ndaki "müebbet" hayatı ile ilgili ilk ve son mektubudur. Resimli Perşembe, Zileli İbrahim Efendi'nin esaretine şu satırları düşmüştü:
"İşte Zileli İbrahim Mehmet Efendi'den aldığımız mektubun hulâsası budur. Divan-ı harb İstanbul'u kahpece, cebren işgal etmiş süngülerin adaletini temsil ediyordu. Bu sebeple onun Türk toprağında Türk vatandaşları hakkında vermiş olduğu hükümlerin hiçbir manası yoktur. Bu hükümler derhal kaldırılmalıdır. Ve Şeytan Adası'nda kim bilir daha nerelerde inleyen vatandaşlarımızın kurtulmasına amil olmalıdırlar. Hiç olmazsa bu vatandaşlarımızın yeniden Türk mahkemelerinde muhakeme edilmeleri temin edilmelidir." (1929) İbrahim Bey'in Guyan'da mevkuf iken durumun yayın organları tarafından açıklanması, diplomatik yoldan ciddi bir girişimde bulunulmadığı düşüncesini uyandırmaktadır. Çünkü Guyan'a gönderilen isimlerden Polis Cemil Efendi, verilen çabalar sonucu Türkiye'ye yıllar sonra iade edilmişti.
Milli mücadele kayıpları
İstiklal Harbi tutanaklarında "Harb Meydanları Kayıpları'nın sayısı Doğu ve Batı Cephesi'nde 1112 olarak görünmektedir. Bunların 2'si Doğu Cephesi Ermeni harekatı, diğeri de Batı cephesinin esirleridir. Askerlerin 187'si Gediz ve öncesi, 11'i Birinci İnönü, 76'sı İkinci İnönü, 320'si Kütahya Eskişehir, 415'i Sakarya Muharebelerinde, 101'i de Büyük taarruz ve takip harekatı sırasında esir düşmüştü. (Türk İstiklal Harbi VII Cilt, İdari Faaliyetler, Genel Kurmay Basımevi, Ankara 1975)
Esareti İstiklal Savaşı'nın siper ve meydanlarında gören nice değerli rütbeli ve rütbesiz asker vardı. Bazıları ne yazık ki, Padişah Ordusu Aznavur Kuvvetleri tarafından tutsak edilip Yunan kuvvetlerine teslim edilmişti. (Ayvalık Topçu Kumandanı Üsteğmen Ahmet Sururi Bey, 2 Temmuz 1920)
Kütahya-Nasuhçal-Eskişehir Muharebelerinde (8-21 Temmuz 1921) Yumrucak'da yaralanarak tutsak olanlardan biri de 4.P.Tüm.Kur.Başkanı Yüzbaşı Şerafettin Bey'di. (Sonradan Binbaşı Karacan)
Milli Mücadeleye karşı isyanlarda da tutsak olanlar vardı. Mesela İkinci Bozkır Ayaklanmasında (20 Ekim-4 Kasım 1919) Müfreze Kumandanı Yüzbaşı Mustafa, Şeyh Eşref Ayaklanmasında (26 Ekim-24 Aralık 1919) Bayburt Askerlik Daire Başkanı, Müfreze Kumandanı Albay Hasan Lütfü Bey esir düşenler arasındaydı.
Yunan saldırısı sırasında birliklerin toplu esir oluşu da yaşanmıştı. Aslıhanlar yakınında Türk birliklerinin geri çekişi sırasında 100 askeri de esir almışlardı (28 Ekim 1920)
|
Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|