Ölüm orucu
1.5 milyar nüfuslu İslam alemi, mübarek Ramazan nedeniyle oruç tutarken, bizim cezaevlerimizde çok sayıda mahkum da "ölüm orucu" tutuyor. Acaba?..
Sade insanlar dini inançlarının gereği olarak oruç tutarken, bir grup mahkumun ölüm orucu tutması, kaderin bir cilvesi midir?
Hayır! Kaderin cilvesi değil, içinde yaşadığımız korkunç şartların doğal bir sonucudur.
Yüzlerce mahkumun, hangi istek ve taleplerle olursa olsun, Ramazan ayında ölüm orucuna yatmış olmaları, ne gerçek bir müslümanda, ne de İslam'da ve ne de demokratik bir toplumda "huzur" bırakabilir.
Çünkü normal bir insan, cezaevinde de olsalar insanlar ölürken "huzur" içinde olamaz.
FARKLI DÜŞÜNEBİLİRİZ
Cezaevlerini saran ölüm orucu, geri dönülmesi imkansız aşamaya ilerliyor hızla...
Kendilerini "devrimci tutsaklar" olarak gören siyasi mahkumların, büyük ölçüde terör örgütü mensupları oldukları biliniyor.
Fakat, suçun niteliği ne olursa olsun, bir devletin cezaevine koyduğu mahkum ya da mahkumların cezalarını çektikleri sırada, anayasanın teminat altına aldığı "insani yaşam şartlarına" sahip olmaları gerekiyor.
Ölüm orucu tutan mahkumlarla aynı fikirde olmayabilirsiniz. Ve hatta içerde gereksiz yere yattıklarını, eski tür "devrimciliğin" çoktan tarihe karıştığını dadüşünüyor olabilirsiniz.
Ve hatta, "aman bana ne" diyebilirsiniz.
Ama "yanlış yolda" olsalar bile, onların ölmelerine "rıza" göstermek, çağdaş bir insanın yüreğinde yer bulmayacak kadar kara bir duygudur.
Çünkü bu gibi ölümler...
Hem toplumsal barışı tehdit eder.
Hem de başka ölümlerin habercisidir.
Devlete düşen
Hem ülkede hem de cezaevlerinde yıllardır devam eden "yasasızlık hali" bu olayların temel sebebidir.
Toplumun reformlara ihtiyacı var.
Açık düşünmeye, birbirini anlamaya, dinlemeye ihtiyacı var. Burada, önderlik de devleti yönetenlere düşüyor.
"Ölürlerse ölsünler" demek, çözümlerin en kötüsüdür.
Devletin en azından şöyle bir görevi yok mu?
Bizler, yasalara saygılı vatandaşlar olarak, bu tür korkunç olayların yaşanmadığı, insanların hangi sebeple olursa olsun, ölüm oruçlarına yatmadıkları bir toplum istiyoruz..
Devletin böyle bir toplumu yaratmak mecburiyeti vardır. O yüzden de devletin, "ölürlerse ölsünler" deme lüksü olamaz.
Çeşitli terör örgütlerinin, cezaevlerinde yatan mahkum, sempatizan ve militanlar üzerindeki hükümranlığını ortadan kaldırabilmek de, ölüm orucuna yatanları ölüme terketmekten geçmiyor.
Terör örgütü zaten odur ki, ölen militanın yerine yenisini koyar.
Öleni de bayraklaştırıp yeni ölecek olanların kahramanı yapar.
Öyleyse devlet, terör örgütünü değil, "insanı" esas almak zorunda...
Ve her ne sebeple olursa olsun bir insanın ölmeye yatmasını önlemek zorundadır...
Zor bir durum
Bunun çok zor bir durum olduğu görülüyor.
Hatta paradoks gibi görünüyor.
Ama değil...
Ölüm orucuna son verilmesi için gereken çağrı yapılmalı...
Bu felakete bir son verilmelidir.
Sonra da, yeni cezaevlerinin "dünya ölçeğinde" olup olmadığı üzerinde, toplumsal bir anlaşma sağlanmalıdır.
Konu, demokrasi, ceza hukuku ve insan hakları uzmanlarına bırakılarak tartışılmalıdır.
Bu yapılırsa eğer, özellikle çaresiz gençlerin terör örgütlerinin esiri olmaktan ve kendilerini "devrimci tutsak" olarak nitelemekten kolayca vazgeçecekleri görülecektir.
İçerde barış yoksa, dışarda da barış olmayacaktır.