Kimi zaman duvarlarında tek çivi dahi olmayan bomboş bir odada veya ıssız bir yolda gözetlendiğimiz hissine kapılırız. Bazen durduk yere özürler dileriz veya hiç gereği yokken taksi şoförüyle kıyasıya kavga ederiz. Somut sebebi olmayan bu ruh hallerini anlatan binlerce örnek verilebilir belki. Tuhaftır; her birinin altından suçluluk duygusu çıkar...
"Maya", "Sinan'ın Mayası" ve "Şölen Sofrası" kitaplarının yazarı Leyla İpekçi, yeni romanı "İlk Kötülük" ile tam da bu sorunu sorguluyor: "Bu roman, suçluluk duygusuyla baş etmeye çalışan kahramanların romanıdır. Kimi zaman kendini affedebilen, kimi zaman cezalandıran kahramanların yer yer kesişen hikayesidir..."
"Kimdir bu kahramanlar, onları aynı romana taşıyan nedir?" diye sorunca "Okurun anladığıdır. Çünkü her okur biriciktir ve herkes kendi romanını yazar" diye cevaplıyor İpekçi: "Maya, Sinan ve diğer dört kahramanımı buluşturan şüphesiz ki suçluluk duygusuydu. Ama her birininki çok farklıydı. Kimi bununla daha çok yüzleşmiş, kimi henüz fark etmemişti. Kimi yol katetti, kimi 'kayıp' bir hayata devam etti. Ben de bu kişilerin hayatlarına bir bakmak, oradan bir kesit sunmak istedim."
Kahramanların içini kasıp kavuran 'ilk suç'larına (ilk 'kötülük'!) baktığımızda son derece masumane davranışlarla karşılaşabiliyoruz. Bunu şöyle açıklıyor yazar: "Her ikisini birbirinden soyutlamamız mümkün değil. Kahramanlardan biri masumiyetiyle yüzleştiğinde suçluluk duygusunu kabul ediyor.
Çünkü hayatta ne tam kötü, ne de iyi var. Nietzsche'nin de dediği gibi, 'Kötüyle iyi arasında bir derece farkı var, kategori değil.' Kimi zaman en masum olduğumuz noktaya baktığımızda suçumuzu görürüz..."
Kitabı Adem Havva'ya atfetmişsiniz... Suçluluk duygusunu onlardan mı vasiyet aldık?
Nereden bakıldığına bağlı. Başka bir kitapta bambaşka bir şey söylenebilir. Yasak meyvayı yediklerinden cennetten kovuldular. Ama onlar suç işlemeden önce de suçluluk duygusuna sahipti. Bu hepimiz için geçerli. Bir yandan da kutsal kitapta, insanın yargıcının öncelikle kendisinin olması, Tanrı'nın yaratıcı olmasına rağmen bunu insana bırakması bana çok çarpıcı geldiği için kitabı onlara atfettim.
Bu kitap kahramanlarda olduğu gibi okur için de bir yüzleşme, kendini sorgulama olabilir mi?
Ya da yüzleşmeme... Öykünün sonu yok, çünkü o kahramanlar için her şeyi söyledim. Şüphesiz söylemediklerim de var çünkü roman biraz da her şeyin söylenmemesidir. Ucu açık cümleler vardır ve okur bunları kendi katılımıyla sonuçlandırır. Bu noktada roman, okurun kendisiyle yüzleşmesidir diyebilirim.
Kitapta suçluluk duygusunu psikolojik bir bakışla ele almışsınız. Peki, toplumsal anlamda bu tür gözlemleriniz var mı?
Çok fazla değil. Herkes üstünü kapatıyor. Zaten annenden babandan korktuğunu düşünerek yaşayamazsın. Öyle çok aşağılanarak, baskı altında yetiştiriliyoruz ki, sonuçta biz de her konuda karşımızdakini aşağılar hale geliyoruz. Ancak böyle var olabiliyoruz. Toplumun her katmanında bir fethetme, yağmalama hali var. Altını deşince ise, kendi fethedilmişliğimiz, ele geçirilmişliğimiz çıkıyor.