kapat

25.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Telsim
NEBİL ÖZGENTÜRK(nebilo@sabah.com.tr )


Dereden, tepeden...

"Rengarenk iletişim dünyası"nda son dinlediğim, daha doğrusu "reytingin suyunu çıkaran son parodi" buydu.. Siz, biz, onlar, hepimiz, hemen hemen her gün, her saat şaşırmaya devam ediyoruz
ve belli ki daha çok devam edeceğiz..

Gecenin bir yarısı... Radyolar arasında turlarken, bir frekansa takılıp kalıyorum. Kulağıma çalınan bir "anons" beni dehşete düşürüyor..

"Haydi, arayın bizi, ölen yakınlarınızla konuşun!" diyor yılışık bir ses..

"Ne demek bu yahu!" ..

Önce anlam veremiyorum, ancak birkaç dakika sonra anlaşılıyor programın kerameti..

Moda deyimle söyleyecek olursak "sözde" sunucu, telefonla arayan kişiye, en berbat ve şarlatan haliyle.. (ve belli ki sırıtarak)

"Bizi aramakla ne iyi ettiniz, söyleyin bakiiim kiminiz öldü!" diye soruyor..

Ve ilginç bir sohbet başlıyor aralarında..

-Geçen ay abimi kaybettim..

-Öyle miii... Tamam peki, hadi uzatmadan konuşun onunla bakiim!

-Tamam, teşekkür ederim bana bu imkanı verdiğiniz için..

Diyor ve "Sevgili abicim, sen gittin gideli.."diye başlayıp "seni çok özlüyorum abicim, senin yokluğunu çok arıyorum, rahat uyu!" diye biten bir "sanal hitabet" dinliyoruz.. Titrek sesli, üzgün mü üzgün bir genç kızdan, ölen ağabeye!

Bir ara programcı, araya giriyor en umursamaz biçimde ; "Biraz kısa keser misin, sırada diğerleri var!"

"Hitabet" bitince telefon üstüne telefon çalıyor..

"Sunucu"nun başını kaşıyacak hali yok..

Birini kesip diğerini alıyor telefona..

Her defasında,"Merak etmeyin, onlar bizi duyuyor, bundan çok eminiz, sadece ses veremiyorlar!" diyor..

"Ruhlar ve mezarlar arasında" yaklaşık iki saat geçiyor ve gevrek bir kahkahayla program sona eriyor. Pardon! "Gelecek hafta, yine bir başka "Bizi arayın, ölülerinizle konuşun" programında buluşmak üzre hoşçakalın" diye!

Evet..

"Rengarenk iletişim dünyası"nda son dinlediğim, daha doğrusu "reytingin suyunu çıkaran son parodi" buydu..

Siz, biz, onlar, hepimiz, hemen hemen her gün, her saat şaşırmaya devam ediyoruz ve belli ki daha çok devam edeceğiz..

***

Geçen hafta Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin davetlisi olarak Konya'daydım..

Fakültenin konferans salonunu dolduran kalabalık öğrenci grubuna, karınca kararınca "tecrübe" ve "anılar"dan sözedecek, mesleki geleceklerine ilişkin naçizane önerilerde bulunacaktım.

Heyhat, öğrenciler, "anı ve tecrübeler"i tabii ki dinliyorlardı dinlemesine ama daha çok da "sadede gelelim" dercesine, "parodiler cenneti" "bir kısım" "televole hayat"tan örnekler vererek baskın çıkıyorlardı.. Herşeye hakim ve vakıftılar yani!.. (Zaten, Konya'nın her bölgesinden izlenebilen, "adam gibi" programların yayınlandığı, Türkiye'nin tek "üniversite TV"sini kuran öğrenciler olarak başarılarını da kanıtlamışlardı.).

Mikrofonu eline alan her öğrenci birkaç zamandır hepimizi çıldırtan "ekran şarlatanları"nı hatırlatıyor, ardından soruya geçiyorlardı..

"Siz, bu kişi (ya da program) için ne diyorsunuz hocam?"

Sağolsunlar, çaktırmadan "öğretmen" yerine de koyuyorlardı beni ama..

Ne diyecektim ki, söyleyecek "bir çift söz"üm oluyordu elbet ama..

Saaatlerce "şarlatan"lara "ceza" verileceği yerde "ödül" verdiklerini mi anlatacaktım.. Mağlubiyetle, galibiyetin karıştığını mı ya da..

"Galip sayılır bu yolda mağlup!" mu diyecektim yoksa..

Fazla bir şey diyemedim..

Son sınıf öğrencileri, söyleşi sonunda bana bir metin uzattılar.. Açıp okudum..

"İletişimciler yemini"ydi, özeti şöyle:

"Mesleği nimet bilip aç yatacağımıza/ Yazdığımız her satıra yalan katacağımıza/Üç kuruşa dost satacağımıza/Nifak sokup yuva yıkacağımıza/Haydar Dümen'e bağlı kalacağımıza and içer/Özel hayatı yerle bir etmeyi/Maaşı az bulup rüşvet yemeyi/Tüm etkinliklere beleş gitmeyi kendimize görev bilir/Devletin ve milletin bölünmez bütünlüğünü çıkarlarımız doğrultusunda sollayacağımıza/ Bu söylenenlerin tam tersini yapacağımıza namusumuz ve şerefimiz üzerine söz veririz!"

Ben de şaka ve şiirle karışık şu cevabı verip İstanbul'a döndüm..

"Haydi Abbas Vakit tamam/ Dinsin artık bu kalp ağrısı/Aya haber sal çıksın bu gece/Ve zamanı katıp tozu dumana/Var git/ Böyle ferman eyledi Cahit/Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan/Yaşamak istiyorum sevgilimi yeni baştan!"

Bir Çift Sözüm Var

Mümtaz'a Dair...

Bu satırlar "sıkı" bir dosta selam olsun diyedir.. Yıllar var ki yanyana, diz dize çalışıyoruz Mümtaz Sevinç'le..

"Bir Yudum İnsan"ın sesi, duygu ve üretim kahramanlarından biri..

60 bölümdür, biz yazıyor çiziyoruz; o gelip, yüreğini koyuyor ve sesini veriyor..

Ve epeyi bir işlemden sonra da Bir Yudum İnsan, ekrana düşüyor, günahıyla sevabıyla seyircinin malı oluyor artık.

Ertesi gün, mektuplar, telefonlar, e-mail'ler başlıyor.

Yapıcı eleştirilerin yanısıra, hatırı sayılır övgü, alkış ve öneri dolu bir iletişim yani..

Bu övgülerden, tabii ki Mümtaz Sevinç'in "ses"i de nasibini alıyor..

Duygulu, içten ve etkileyici sesi..

***

Mümtaz Sevinç, son günlerde çok "sevinç"li..

"Sahne tozu yutmak" bu olsa gerek ki..

Aylardır bir çocuk telaşı içinde, varını yoğunu koyarak ve tüm enerjisini akıtarak kurduğu tiyatroda, hergün seyircisini selamlamaya, seyirci alkışı almaya başladı artık..

Tiyatro çılgınlarının bazen ne kadar sınır tanımaz olduğunu gösteriyor..

Evet, sahiden de "Aşk'a dair bir çift söz" etmek için salon oluşturmakta sınır tanımadı Sevinç.. (Öyle bir sınır tanımazlık ki, bu süre içinde yaşadıklarından gelecek yılın oyunu bile yazılabilir..)

Nasıl mı?

Her şey, bir Nazım Hikmet oyunuyla başladı..

Nazım'ın, sevdalandığı kadınlar için yazdığı şiirlerden oluşan bir metin vardı ortada..Münevver'e, Vera'ya, Piraye'ye yazılmış, hepimizin bildiği şiirler..

Sevinç, "tek kişilik bir oyun" olarak sahnede seslendirmek istiyordu bu "aşkları".. Ama ortada salon yoktu..

"İşte, tam sırası" dedi ve "dostlarına güven, kendi salonunu kendin yap" misali, ne kadar birikimi (36 yıldır tiyatrocu), ne kadar "kredisi" varsa, tümünü ortaya serdi ve bir inşaat işçisi gibi çalışmaya başladı. Boyası, badanası, kliması, koltuğu, perdesi, "salona dair" ne gerekiyorsa, tümü, Sevinç'in eline değdi, bir yandan da oyuna hazırlanıyordu.. Zaman zaman oluşan para sıkıntısı provaya karıştı, provadan aldığı enerji, kazma küreğe dönüştü ama sonunda "Düşün Sahnesi", Beyoğlu'nun ortayerindeydi artık..

Sahneye çıkma vakti gelmişti işte.

Ve Düşün Sahnesi'nde ilk gece.

Mümtaz Sevinç'in sesi, "Aşka dair bir çift sözle" çınlıyor..

Replikler fısıldaşıp duruyor koltuk aralarında..

Nazım'ın, "saman sarısı saçlı Vera"sı, "bir gönüldeki iki sevdası", "aslolan hayattır, beni unutma" dediği Hatçe'si, bir kuş olup hayata karışıyor..

Sonra, ikinci gece, bir gece daha, bir gece daha..

Düşün Sahnesi'nde "düşler" gerçeğe dönüşüyordu şimdi..

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır