kapat

25.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Telsim
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Soy, soyun, soyunuz...

Soy sözcüğünün sözlüklerdeki anlamı, "biyolojik özellikleri kuşaktan kuşağa değişmeyen kandaş birey topluluğu" olarak geçer... Soy, çalmak anlamında bir emir kipidir de aynı zamanda...

Türkiye'nin çok uzun zamandır "soyulup soğana çevrildiğini" izledikçe, kuşaktan kuşağa değişmeyen biyolojik özelliklerimizi yansıtan soyumuz ile sanki bir ilahi sesin neredeyse herkesin kulağına sürekli fısıldadığı "soy" komutu arasındaki ilişkiyi merak etmeye başlıyorsunuz.

Kimimiz banka soyuyor, kimimiz Hazine arazisine konuyor, kimimiz devlet bankası kredisi tırpanlıyor, kimimiz kaçak elektrik yürütüyor... Soyumuz soymakta...

Nitekim Osmanlı Dönemi'ne bakınca da, onların da para bitince fütühata çıktığını görüyorsunuz. Üretim sözkonusu olmadığı için, mali durum şinanay olur olmaz, zorla vergi alınacak yeni diyarların talanına girişiliyor. O nedenle Osmanlı İmparatorluğu "mali bir imparatorluk" olarak bilinmekte... Başkasının parasına el koyup, kendi üretimi ile pek ilgilenmeyen anlamına... Nitekim, İmparatorluğun gelirleri ile harcamalarını denkleştirmek için ilk "bütçe" girişiminde bulanan Tarhuncu Ahmet Paşa bu "kalkışmasını" kellesini vererek ödüyor.

Soy deyince çalmayı, soyun deyince gene çalmayı anlayan toplumsal iklim gerçekten bu kadar eski mi acaba. Şüphelenmemek imkansız.

SOYGUNUN KAYNAĞI
Türkiye'deki "devletçi soygun sistemini" şematize ettiğimiz vakit, karşınıza beş bacaklı bir canavar çıkar. Bunlar şöyle sıralanabilir:

1- Devlet bankaları

2- KİT'ler

3- Teşvikler

4- Gümrük fonları

5- Bakanlıklar ile iç içe çalışan vakıflar

"Devlet bankaları" tefessüh etmiş bu yapının özüdür. Siyasi partiler iktidar olur olmaz, aynen bugün olduğu gibi, yolda bulunmuş cüzdan muamelesi yaptıkları "devlet bankalarını" paylaşırlar.

Türk halkı da, kendi vergilerinin yağmalanmasına yönelik bu haramiliğin sebebini bir türlü sormaz. Acaba kendisi de biraz nasiplenebilir mi diye bakar. Yoksa bu kadar ortalıkta bir yağmalama, böyle pervasızca sürer mi?

Gerçek bir halk muhalefeti olsa, sistem kendini böylesine korkusuzca idame ettirebilir mi?

Geçen gün Ziraat Bankası ile Halk Bankası'nın yıl sonu itibariyle "görev zararının" 20 milyar dolara ulaşacağı resmen açıklandı. Bu ne demek, birilerine banka imkanları peşkeş çekilmiş demek. Bunları kim ödeyecek, tabii ki vergi verenler... Türkiye Cumhuriyeti tarihinin soygun haritasını görmek isteyenler, devlet bankalarından piyasa faiz oranının çok altında kredi alıp da geri ödemeyenlerin listesini ortaya çıkarmalı. O zaman "soyumuz" ile "soy"mak arasındaki ilişkilerin nasıl içiçe girdiği daha iyi anlaşılır. Ne var ki, soygun sistemini tuz buz edecek hiç bir siyasal örgüt yok. Türkiye'de siyaset soygunu durdurmak için değil, soygundan pay almak için yapılıyor...

BANKA BOŞALTMAK
Yıllardır devletçi ekonomik sistemin nasıl bir soyguna dönüştüğünü yazıp duran bizler, şimdi kendi bankasını soyanlar fırtınası ile karşılaşmış bulunuyoruz. Ama biliyoruz ki, soygunlar da "siyasetçi ve bürokrat", kısaca devlet aygıtını kontrol edenlerin ortaklığı ile oluyor...

Geçenlerde Mehmet Elkatmış, Neşe Düzel'e devlet istemedikçe bankaların neden soyulamayacağını berrak bir şekilde özetliyordu...

Özel bankaları an be an kontrol etmekten, ıncığına cıncığına kadar denetlemeye uzanan inanılmaz bir sistem var. Bunu şöyle sıralayabiliriz:

1- Hazine Müsteşarlığı, ekranından tüm bankaların girdisini çıktısını izliyor.

2- Hazine'ye bağlı, banka yeminli murakkıpları, her an bankaları denetlemekle yükümlüler.

3- Merkez Bankası, aynı Hazine gibi o da ekranından tüm bankaların faaliyetini gözaltında tutmakta..

4- Sermaye Piyasa Kurulu, bankaları denetleyen bir başka birim.

5- Bankalar Birliği, banka sistemini denetleyen bir başka örgüt

6- Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, o da görev zararı 20 milyar dolara ulaşan iki banka da dahil, tüm devlet bankaları hakkında detaylı inceleme yapıyor ve raporunu Meclis'e veriyor.

7- Cumhurbaşkanı ve Başbakan da istedikleri an Devlet Denetleme Kurulu'na emir vererek, bankaları araştırabiliyor.

Bütün bu mekanizmalara rağmen, mevduat sahibinin parası kuş olup uçuyorsa, orada yetkili mercileri mercek altına almak gerek. Hem kamu bankası, hem özel banka soygunu bir furyaya dönüştüyse, dönüp devlete bakmaktan daha köklü bir çözüm olabilir mi?

Ya da, "soyumuz, soymakta" deyip işleri Allah'a havale mi edeceğiz?

SAYIŞTAY NE?
Türk halkının devlete vergi olarak verdiği paraların harcanmasını, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemekle yükümlü Sayıştay da, Türkiye'deki soygunun inanılmaz boyutlara ulaştığını feryat figan anlatmaya çalışıyor.

Sayıştay'ın "Hazine Hesapları 2000 İzleme Raporu", Hazine'nin Dış Borçlar Hesabı'nın 1996 yılından bu yana ibra edilmediğini bildiriyor. Kimsenin çıtı çıkmıyor. Manşetlik bu haber, en ücra gazete köşelerinde bile yer bulamıyor.

Rapor, "dış borçlara ait bir arşiv düzenlemesi olmadığını" vurguluyor. Kısacası, devletin dış borçları nereye gider, kim ne için kullanır, bilmiyoruz. Kapanın elinde kalıyor. Hangi kurum buradan en büyük payı götürüyor, karşılığında ne yapıyor; bunlar sorgulamanın ve denetimin hep dışında.

Düşünün ki, 1971 ila 1999 yılları arasında bütçede gösterilmeden 116 milyar dolar harcama yapılmış. Modern devlet anlayışının kökeninde vergi ve onun halk tarafından denetimi yatar. Biz Cumhuriyet'in 77. yıldönümünde halâ bundan çok uzak, soygunla ise tamamiyle yüzgözüz.

"Resmi yöneticilerimizin" büyük soygunu yönettiği bir halden çıkacaksak, bu, "yönetilenlerin" hesap sorması ile olacak. Ancak onların da hesap sorması, devletten çıkar beklemeleri ile bağlantılı. Hazine arsasını çalan, kaçak elektriği götüren, rüşvet alan, kısacası üretmeden beleşinden yaşayan bir kalabalık olmaya devam edildikçe, harami başları da bulduklarını hamuduyla götürmeye devam eder.

Üstelik devletçi ekonomik sistemi de tam ona göre şekillendirmişler...

Komut da hep aynı:

"Soyumuz soyacak, soy."

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır