kapat

CUMARTESİ EKİ
18.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
Keşke yetenekli olsaydım
Milyarlık koleksiyonlara hükmeden, Türkiye'nin bir numaralı sanat danışmanı Raffi Portakal, 'Çok küçük yaşlarda hiçbir sanatsal yeteneğimin olmadığını anladım' diyor. Çocukken korodan kovulmuş, resimleri ise bir felaketmiş...

Türkiye'nin en meşhur müzayedecilerinden biri sayılan Raffi Portakal'la saat 16.00'da Cafe Latte'de buluşmak üzere sözleştik. Ahizeyi kapamadan önce "Uzun zamandır ilk kez bir kızla böyle randevulaşıyorum" diye espri yapan Portakal'ın buluştuğumuzdaki keyfi telefondaki kadar yerinde değildi. Nedeni ise yarınki büyük müzayadeydi. Kendini bildi bileli bu işin içinde olan Portakal'ın bu kadar heyecanlı olması ve hatta bunun mide ağrısı halini alması beni bir hayli şaşırttı. Ona göre yaşadığı çok normal bir heyecan. Portakal, kendisi gibi fazla hassas kişilerin bu tip sıkıntılar yaşayacağını söylüyor. "İnsanın içinde muhtelif korkuları vardır" diyor ve ekliyor: "İş yapamama korkusu vardır mesela. Havanın iyi olup olmaması durumu bile bu korkunun bir parçasıdır. Hava kötü olursa insanlar gelmeyecektir."

İşte biz böyle mide ağrıları içinde başladık konuşmaya, fakat ben ot bilgimi kullanarak Raffi Bey'e bir nane-limon sipariş etmeyi de ihmal etmedim. Ve yavaş yavaş müzayedecilik üzerine konuşmaya başladık. Bana kalırsa bu başlı başına enteresan bir iş. Portakal'a göre ise bu bir kültür sanat olayı. Müzayedecilik sadece eşya alıp satma işi değil. "Bizim alıp sattığımız şeyler sanat eserleridir. Dün varolan sanat eserleri. Ama öyle eserler ki bugün hala geçerliliklerini koruyorlar. Yani biz sanat işiyle uğraşıyoruz." İşini böyle tanımlayan Raffi Portakal, sanatı yaygınlaştırmak için de çok çaba sarfettiğini söylüyor. Ah, bir de herhangi bir sanatsal becerisi olsa... Ancak maalesef. Kendisi tam kabiliyet düşmanı. Çok küçük yaşlarda hiç yeteneğinin olmadığını anladığını söylüyor. Nasıl mı? Önce ilkokuldaki korodan kovulmuş, sonra da yaptığı bütün resimlerin diğer arkadaşlarınınkinin yanında birer felaket olarak yer aldığını görmüş. Neyse bu konuyu fazla konuşarak onun yaralarını deşmek istemedim, o yüzden yazı kısmında da çok uzatmayacağım.

Onun tek hassas yanının midesi olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Portakal işinde ne kadar profesyonel olsa da zaman zaman duygularının da devreye girdiğini söylüyor. Örneğin kimi zaman elindeki bir sanat eserini ya da bir antikayı satmak istemiyor. İçini çok sızlatan, hala unutamadığı bir anısı da var bununla ilgili: "20 küsur yıl önce babam eve bir nargile getirdi. Bir de Rus usulü çaydanlık. Satmam için bana verdi. İşte o zaman, bunları götürürken içim sızladı. Hiç vermek istemedim. Ama neyse ki iki tanesini evde saklamayı başarabildim. Bugün hala duruyorlar." Onun mesleğinin riski de bu işte. Bir eşyaya çok bağlanabilir ve başkasına satmak istemeyebilir. Sırf bu yüzden evine de öyle çok değer verdiği, çok beğendiği parçalar almamaya özen gösteriyor. Bu ruh halini ise şöyle açıklıyor: "Dünyanın bin çeşit hali var. Elimden geldiğince bugün alıp yarın satacak bir şeyi evime koymak istemiyorum. Genellikle bizim gibi insanların evlerinde eserler bulunur ama bunlar sırası geldiğinde satılır. Ben o duruma düşmek istemiyorum. Çünkü insanlık hali, ihtiyacınız olabilir satarsınız. Evi öyle bir dükkan haline getirmemek lazım."

İkinci nane limonunu içerken soruyorum: "Elindeki çok önemli bir eserin değerini bilmeyen biriyle karşılaştınız mı?" Elbette karşılaşmış. Bunlardan biri ise belleğinde çok iyi yer etmiş. Anlatıyor: "Bir akşam, eve gitmeden önce iki hanımefendi geldi. Ellerinde bir gazete kağıdı. İçine sarılmış bir şey var. Açtılar içinden son derece önemli ve kırık bir çini duvar tabağı çıktı. Ben 'Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Kim kırdı bunu?' diye bağırmışım. Meğer evin oğlu televizyon seyrederken elini arkaya doğru kaldırmış ve kırmış tabağı. 'Peki neyi, ne kadar önemli bir şeyi kırdığınızı biliyor musunuz' dedim. Tabağı bir müzayedede sattık ve aile onun sayesinde bir dükkan sahibi oldu."

Nasıl, biraz heveslendiniz değil mi? Belki de şu an aklınızdan 'Acaba benim şu vazo değerli mi, bir götürüp göstersem mi' diye geçiriyorsunuz. Ancak bunun için size hemen bir tüyo vermeliyim. Elinizdeki tarihi önemi olan bir şey olabilir, ama bir husus daha var. Kondisyonu iyi olmalı. Ancak dünyada eşine zor rastlanır bir şeyse bu kırık tabaktaki gibi değerini bulabilir.

Ben de tam anneannemin evindeki değerli eşyaları nasıl yürütebilirim diye düşünürken Portakal "Elbette bugün de çok değerli eserler var. Tarihte yerlerini alabilecekler" dedi. Siz siz olun eşyalarınıza iyi bakın, yarın öbür gün torunlarınızı zengin edebilirler, ona göre.

Sabancı anlamasa da parayı verip eseri alıyor
Belki biliyorsunuz Raffi Portakal, aynı zamanda Sakıp Sabancı'nın sanat danışmanlığını yapıyor. Onu çok değerli ama o oranda da fiyatlara sahip eserleri almaya ikna ediyor. Hatta Sabancı bu sayede New York'ta çok prestijli bir hat sergisi de açtı. Portakal bu konuyu şöyle açıklıyor: "Eninde sonunda her ne kadar Sakıp bey anlamasa bile, yani o öyle iddia ediyor, karar veren mercii o. Parayı veren o. Biz olsa olsa fikri veririz." Ben olsam kıskanırdım gibi geliyor, yani sanat eserinden anlayan Raffi Portakal ama sahip olan Sakıp Sabancı. Onda hiç böyle bir durum olmamış. "Ben eserlerin bütünlüğünden çok memnunum" diyor.

Peki bazı eşyaların sırf zengin aileler havalarına hava katabilsinler diye alınmasına ne diyor? Şöyle cevap veriyor: "Bu ülkede para süratli kazanılırken kültür o kadar süratle kazanılmamış. Ama bu çok olağan bir şey. İnsanlar zaman içinde anlayarak eser sahibi olabilecekler. Şimdi böyle davranan ailelerin çocukları, torunları sanat eserlerinden gerçekten anlayacak. Bu süreçten toplum olarak geçeceğiz. Bizde belli bir aristokrasi, belli bir burjuvazi yoktu. Bunlara yavaş yavaş alışılacak. Ama tabii... Diyelim ki eser karşısında bir yanda ağzının suyu akan bir insan var fakat alamıyor. Bir yanda da biri var, alabiliyor ama önemsizmiş gibi davranıyor. Kime sorarsanız sorun, eseri birincisine vermek ister."

Bu arada söz nereden açıldı da Topkapı Sarayı'na geldi bilemiyorum. Fakat konu oraya gelince benim aklıma da hemen Bedrettin Dalan ile Nurettin Sözen arasındaki tartışma geldi. Küçük bir hatırlatma yapayım. Dalan Dolmabahçe Sarayı'nın duvarları yıkılsın ki, insanlar sarayı görebilsin diyor. Sözen ise şiddetle karşı çıkıyor ve bunun tarihi yok etmek anlamına geleceğini söylüyor. Tarihe bu kadar düşkün biri olarak Portakal'ın ne düşündüğünü öğrenmek istediğimde şöyle cevap verdi: "Estetik olarak baktığınızda, turizm yönünden baktığınızda Dalan haklı gibi görünüyor. Ama o duvarları yıkarken bir tarihi, bir fonksiyonu yıkmış oluyorsanız yıkmaya hakkınız var mı? Bunu bir duvar olarak görmeyin, bu sarayın bir parçası, devrin bir ürünü. Bugün benim de gönlüm o duvarlar olmasın, gelip geçerken içini göreyim ister ama benim bu isteğim tarihsel gerçeği değiştiremez. Dolayısıyla ben yıkılmaması taraftarıyım."

Eh, artık gitmenin zamanıdır herhalde. Portakal'ı daha fazla yormamak lazım. Hazır nane limon da iyi gelmişken biraz dinlense iyi olur. Öyle değil mi?

En kıymetlisi kızı
Birçok değerli eşyanın alım ve satımını yapan Raffi Portakal'ın evinin sade oluşu, duyduğum anda beni bir hayli şaşırttı elbette. Çünkü böyle birinin evinin şaşaalı olacağını, içinde çok kıymetli eşyaların, eserlerin bulunacağını düşünüyordum. Tabii böylece evde ağır bir Osmanlı havası olacaktı. Oysa gerçek hiç de öyle değil. "Bizimkisi bir akımın evi değil" diyor ve devam ediyor: "Kültürler zincirini yansıtan bir ev. Halısı kilimi Osmanlı tarzı, oturma mekanıyla çağdaş bir İtalyan dizaynı, yemek odası takımıyla İngiliz tadı olan bir ev." "Peki evinizde sizin için en kıymetli olan şey ne?" diye sorduğumda ise "Kızım" diye cevap veriyor. Onun için kızından kıymetli başka hiçbir şeyin olmadığı sesinin tonlamasından ve gülüşünden o kadar belli ki. Hatta neredeyse her sorunun cevabını kızından bahsederek vermek istiyor gibi. İkinci kıymetlisinin ise alyansı olduğunu söylüyor. Eşi evlenmeden önce anneannesine ait çok eski bir bileziği kestirerek birer alyans yaptırmış Raffi Portakal ve kendisine. Anlayacağınız bu alyansların hem tarihi hem de manevi önemi var onlar için.

Aslı E. Perker


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır