|
Mecburen çapkınlar
Türkiye'nin en iyi rallicilerinin kazançları yerinde, keyifleri de. Arabalarıyla büyük aşk yaşıyorlar. Ama sevgilileri tarafından hep terk ediliyorlar
Ralli ülkemizde pek çok kişi tarafından henüz bir spor dalı olarak tanımlanmıyor, ancak dünyanın en popüler üç sporu sayıldığında her seferinde de bu sıralamada yerini alıyor. Ayrıca bu sporun oldukça geniş ve hatta 'manyak' olarak tanımlanabilecek bir seyirci kitlesine sahip olduğunu söylemek de çok mümkün. Ralli seyircisi kar kış, dere tepe demeden yarışları seyretmek için bütün gücünü ortaya koyuyor. İşte bu haftaki konuklarımız da en son Kıbrıs'ta yapılan yarışla Türkiye Ralli Şampiyonu unvanını elde eden Toyata Team ekibinden Serkan Yazıcı ve Erkan Bodur. İkili ile Avustralya'ya, dünya şampiyonasında üçüncülük için yarışmaya gitmeden bir gün önce sohbet etme fırsatım oldu. İkisinde de heyecanın esamesi okunmuyordu.
Buluşma yerimiz olan Buz Bar'a girdikleri anda hangisinin pilot (arabayı kullanan), hangisinin co-pilot (sürücünün yanında oturarak direktifleri veren) olduğunu anlamakta hiç güçlük çekmedim. Co-pilot Erkan Bodur'un oldukça munis bir yüzü, pilot Serkan Yazacı'nın ise hani derler ya, fel fecir okuyan gözleri vardı. Tahminimi söyledim, doğrulandı.
Bodur'a, "Peki 200 küsur km. giden bir arabanın içinde de bu kadar sakin misiniz?" diye sordum. Her zaman sükunetini koruduğunu söyledi: "Benim yapacağım en ufak bir hata her şeyin mahvolmasına neden olabilir. Serkan tamamen benim söylediklerim doğrultusunda araba kullanıyor. Dolayısıyla benim hep çok sakin olmam lazım. Ama sakin olmam yavaş olduğumu göstermez."
Düşününce bu gerçekten de inanılmaz bir güven meselesi. Yazıcı'ya "Ben herhalde kimseye bu kadar güvenemezdim" deyince, şöyle cevap veriyor: "Eğer böyle bir şey varsa zaten baştan kaybetmişsiniz demektir.
Yarışa hiçbir şekilde girmemeniz lazım. Öyle anlar oluyor ki, bir tepenin ardında ne olduğunu ben görmüyorum, ve o anda Serkan ne söylerse onu yapıyorum. Orada bir uçurum da olabilir. Zaten bunları düşünmüyorsunuz bile, güvenmişsiniz bir kere. Yapmanız gereken süratli gitmek. En iyi zamanı çıkartmak."
Bu uyumu yakalamanın hiç de kolay olmadığını söylüyor ikisi de. Eğer araba dışında iyi arkadaş olamasalar, başarı da kazanamayacaklarını düşünüyorlar. Mizaçları farklı ama yine de iyi arkadaşlar.
'Araban mı ben mi' diyen kadın kaybeder
Co-pilot Erkan Bodur, "Bu yıl kimsenin suratını Serkan'ınki kadar görmedim. Ayrıldığımız tek yer yataklarımızdı"diyor
Co-pilot Bodur öğüt veren adam, pilot Yazıcı ise abisini dinleyen rolünde çoğunlukla. Bodur, "Bu yıl kimsenin suratını Serkan'ınki kadar çok görmedim. Ayrıldığımız tek yer yataklarımızdı" diyor. Bu durumda kadınlarla sürekli bir ilişkileri olması mümkün mü? Ne de olsa ülke ülke, yarış yarış geziyorlar. Üstelik evde rallici beklemeye de yürek dayanmaz!.. İnanamayacaksınız belki ama her ikisi de sürekli terk edildiklerini söylüyor. Kız arkadaşlarından bir müddet sonra duydukları şey şuymuş: "Ben mi, araba mı?" Onların cevabı ise her seferinde aynı oluyormuş: "Tabii ki araba."
Yazıcı, bunun çok farklı bir tutku olduğunu söylüyor, asla vazgeçilemeyecek ve hiçbir şeye değişilemeyecek bir tutku. Zaten araba tutkunu erkekler sevgililerini çok daha kolay terk ederler, çünkü onların sevgilileri arabalarıdır. Bu tesbitimi Bodur ve Yazıcı doğrulayınca seviniyorum tabii. Yazıcı, "Güzel bir araba gördüğüm zaman çok güzel bir kadın görmüşüm gibi hissederim, heyecanlanırım" diyor. Bodur ise İtalya'da yarışa gittikleri zaman yaşadıkları bir olayı anlatıyor: "Yarışlarda bazen normal hızla gitmeniz gereken parkurlar vardır. Şehrin içine girersiniz örneğin. İşte bunlardan birinde biz çok yavaş yavaş gidiyoruz. İleride iki sevgili, sarmaş dolaş, öpüşüyorlar. Erkek arabayı görünce kızı bıraktı ve bize dönüp 'Hadi...Hadi' diye bağırdı. Bence bu konuda bunun üzerine söylenecek başka bir şey yok." İyi de bu
ne zamana kadar böyle sürecek? Hayat yalnız bir arabayla geçirilmez her halde? Cevapları hazır: 40'ların bu işi bırakma yaşları olduğunu söylüyorlar. Yazıcı'nın 29, Bodur'un ise 32 yaşında olduğunu düşününce daha uzunca bir süre arabalarıyla aşk yaşayacakları anlaşılıyor. Fakat bu arada tıpkı denizciler gibi her gittikleri ülkede geride bir kalbi kırık bıraktıklarını da eklemek gerek. Yazıcı, "Biz mecburen çapkınız" diyor.
Ralliciye terapi
Kahvelerin gidip şarapların geldiği sıralarda Türkiye'deki ralli anlayışı hakkında konuşmaya başlıyoruz. Tahmin edeceğiniz gibi ikisi de durumdan şikayetçi. Bodur, bunun dünyada bir spor olarak kabul edildiğini, fakat Türkiye'de çok farklı bir gözle bakıldığını söylüyor. Bu arada çocukken babasının arabasını kaçırdığını itiraf eden Yazıcı, son dönemlerdeki kaza olaylarına da değiniyor: "Bu acıları yaşayan insanlara çok hak veriyorum, ancak araba yarışlarını önlemek çok güç. Bu yüzden pist yapmaları gerekiyor. Ama bizimkiler mevcut pistleri bile kapatmaya çalışıyor. Araba tutkusunu kimse önleyemez."
Araba tutkularını profesyonelliğe dönüştürdükleri için çok mutlular. Hayatta başka bir iş yapılabileceğini düşünemiyorlar bile. Bu arada rallicilerin dünyanın en iyi para kazananları arasında olduğunu da ekliyorlar.
Şu pilot ve co-pilot ilişkisine dönelim... Gözleriniz kapalı gibi, yolu bilmeden yanınızdakinin direktifleriyle hareket ediyorsunuz. Yapacağınız en ufak bir yanlış hem sizin, hem de yanınızdakinin, arkadaşınızın hayatına mal olabilir. Biraz gerilirsiniz değil mi? O gerginliği içimde hissederek sordum: "Hiç psikiyatriste gittiniz mi?" Yazıcı, ilk zamanlarda üzerinde çok büyük bir baskı hissettiğini ve bunun için psikiyatriste gittiğini söylüyor. Bu arada tabii sosyal hayattan tamamen kopmuş olmak ve bambaşka bir hayata başlamak da onu psikiyatriste götüren nedenlerden biriymiş. Fakat "normal bir insan" olduğunu duyunca içi rahatlamış ve gitmeyi bırakmış. Bodur da böyle bir tecrübesi olduğunu söylüyor ve ekliyor: "İnsanın üzerinde çok fazla baskı oluyor. Bir kere sorun sadece hızlı bir arabanın içinde olmak değil; örneğin sıcaklık 60 derece oluyor ve siz hiç kımıldayamıyorsunuz. İnsanın kendisini rahatsız hissetmesi çok normal."
Biz terapiydi, sevgililerdi, araba tutkusuydu derken vakit bir hayli ilerliyor. Yazıcı'nın annesinin yaşgünü partisine yetişmesi lazım. Tabii ki en iyi arkadaşı olarak Bodur'un da. Ne yapalım, biz de Avustralya dönüşü tekrar görüşmek üzere ayrılıyoruz.
Aslı E. Perker
|
Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|