


İstifa başka neden olur?
Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk son derece değerli bir siyasetçi. Dürüstlüğü, ilkeleri, bilgi ve görgüsü mükemmel.
Ancak bu mükemmellikleri üzerinde taşıması iyi bakan olması anlamına gelmiyor. Türk, Adalet Bakanlığı görevine geldiğinden bu yana, bakanlıktaki skandallar bitmedi. Bakan Türk ne cezaevlerinin modernleştirilmesini anlatabildi, ne cezaevlerine hakim olabildi, ne mafyayla mücadele edebildi.
Şu ana kadar cezaevleri ile tek başarı, F tipi konusunda sokaklarda gösteri yapan mahkum yakınlarının acımasızca dövülmesinde görüldü. Onu da İçişleri Bakanlığı'na bağlı polisler beceriyor. Tabii aynı bakanlığa bağlı güvenlik kuvvetlerinin, Nuri Ergin'in yakınlarının polisleri ite kaka cezaevi arabasına kadar gelmelerine nasıl göz yumuyor o da ayrı konu.
Hikmet Sami Türk'ü cumartesi günü Uşak Cezaevi'ndeki mafya kalkışması ile ilgili yaptığı basın toplantısında izledim. Bakan Türk, bilemiyorum herhalde bu olaylarda belki böyle konuşuluyor ama, bana çok tuhaf geldi "Beş zayiatla bana göre olay mutlu biçimde bitmiştir" dedi. Bu ne demek? Beş zayiattan kasıt beş kişinin ölümü. Beş kişi ne olursa olsun insan değil mi, onlardan zayiat diye bahsetmek, en azından ölene saygısızlık gibi geldi bana.
İkincisi olayın "mutlu" bitmesini de anlamak mümkün değil. Bakan burada ne demek istiyor acaba, daha mı fazla "zaiyat" verilmesi bekleniyordu?
Şimdi olayı baştan alalım. Cezaevleri yol geçen hanı gibi. İsteyen telefonla giriyor, isteyen silahla, isteyen uyuşturucu ile. İçerde her türlü ticaret serbest. Kadın sokulduğu bile söyleniyor. Mahkumlar içerde ayrı bir düzen kurmuşlar. Koğuşlarını son derece lüks otel lobileri gibi döşeyenler bile var.
Buna karşın tek yaptırım cezaevi protestoları yapan göstericilere karşı oluyor. Bir başka demokratik ülkede, bu olaylardan sadece birisi olsa, örneğin bir cezaevinde silah bulunsa, o ülkenin Adalet Bakanı istifa eder.
Bakanlık aynı zamanda bir temsil, bir onur görevidir. Bakanlığa bağlı bir kurumun itibarını sarsan olay yaşanırsa, bunun manevi sorumluluğu da bakanın üzerindedir. Bakan "Ben mi gidip bekleseydim" deme lüksüne sahip değildir.
Başbakan'ın ilginç bir tutumu var. Üzerinde tartışma yapılan bakanlarını önüne arkasına bakmadan koruma altına alıyor. Bu hoş bir davranış olabilir ama siyasi teamüllere de dikkat etmek gerek. Ecevit her eleştirilen bakanını korumaya alacağına bir de neden eleştirildiklerine bakmalı.
Belge sızdırmada komplo teorisi
Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Nuri ve Vedat Ergin kardeşlerin Uşak Cezaevi'nde olay çıkaracakları yolunda İçişleri Bakanlığı'ndan gelen "gizli" damgalı uyarı yazısının varlığını kabul etti biliyorsunuz. Ama Türk'ü çileden çıkaran, bu belgenin nasıl olup da basına sızdığı. Hikmet Sami Türk basın toplantısında "Bu belgeyi sızdırmanın suç olduğunu" söyledi ve durumu İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'a da aktardığını belirtti.
Belli ki Ankara'da görünmeyen bir kavga yaşanıyor. Kulislerde anlatılan bilgilere göre, bu belge bizzat İçişleri Bakanlığı tarafından sızdırıldı. Sadettin Tantan'ın talimatı var mıdır yok mudur, bilemem, ama belgenin ANAP'ın DSP'ye bir golü olduğunu söyleyenler de var.
DSP'nin yolsuzlularla mücadele konusuda öne geçtiği endişesini taşıyan ANAP'ın, bunun önünü kesmek için Hikmet Sami Türk'ü zora düşürmeyi amaçladığı belirtiliyor.
Tabii DSP'nin yumuşak noktasının Hikmet Sami Türk olduğunu da unutmamak gerek. Türk göreve geldiği günden beri Adalet Bakanlığı skandal üzerine skandal yaşıyor. Bu nedenle Adalet Bakanı Türk'le ilgili bir kampanyanın kamuoyunda da ters etki yaratmayacağı düşünülüyor.
Ancak burada, komplo teorisi olarak anlatılan bir başka dedikodu daha var, ki bu çok vahim, tabii doğruysa. İçişleri Bakanlığı uyarıyı yapalı 73 gün olmuş. Yani aradan iki ay 13 gün geçmiş. Bu süre içinde Adalet Bakanlığı kılını kıpırdatmamış. Bunun üzerine Nuri Ergin Çetesi'nin özellikle olay çıkardığı ve buna göz yumulduğu söyleniyor.
Cezaevlerinin idari sorumluluğu Adalet Bakanlığı'na ait, ancak güvenlik jandarma tarafından sağlanıyor. Jandarma da İçişleri Bakanlığı'na bağlı. Hikmet Sami Türk, bu komplo teorisinin farkında olmalı ki, "Ne zamandır söylüyorum, cezaevlerinin yönetimi de İçişleri Bakanlığı'na geçmeli" diyor.
Bahçeli çok sert görüntü verdi
MHP Kongresi beklendiği gibi başladı ve bitti. Parti tam bir disiplin içinde, önceden söylenene aynen uydu, ne aksi bir olay yaşandı ne tatsız bir gelişme oldu.
Genel Başkan Devlet Bahçeli çıktı konuştu, tekrar seçildi, istediği kişileri de parti yönetimine aldı. Bu arada Devlet Bahçeli'nin kongre konuşması normaldi de, konuşma üslubu ve vurguları bana çok sert geldi. Hükümetin en sessiz sakin ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli herkesi şaşırtan bir ses tonuyla konuştu. Bugüne kadar ses tonunu hiç yükseltmeyen Bahçeli'nin kongre konuşmasında neden bu kadar yüksek ses çıkardığını anlayamadım.
Üstelik bazı cümlelerin sonundaki vurguları da gereksizdi. Konuşma tonu bir parti kongresinden çok meydan mitinglerindeki konuşmayı andırıyordu. Bunu şu nedenle yazıyorum, pazar ve pazartesi günleri MHP kongresi üzerine kiminle konuşsam bunu dile getirdi. Belli ki Bahçeli'nin üslubu ve vurguları normal vatandaşları rahatsız etmiş. Bahçeli'nin belki de kendi tabanına seslenerek, aslında sert tavırlarından vazgeçmediklerini anlatmak için kullandığı üslup vatandaşların irkilmesine neden oluyor.
Bu arada MHP'nin değişip değişmediği de çok tartışılıyor. Aslına bakarsanız bu konu üzerinde MHP dışı kesimler daha çok duruyor. Herkes MHP'nin değişmiş olmasından yana, oysa MHP'nin bunu pek umursadığını sanmıyorum. Bahçeli konuşmasında eski görüşlerinden taviz vermedi pek.
Özellikle Avrupa Birliği konusunda "yanayız" demek yerine "önemsiyoruz" ifadesini kullanması, topluluğa giriş için "makul süreden" söz etmesi bence Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecini uzatıcı girişimler. Avrupa bize makul süreden sözederken, bizim kendi kendimize makul süreler biçmeye çalışmamız, beni Avrupa Birliği yolunda hayal kırıklığına uğrattı.
Bol golden sonra Fenerbahçe yazmak istemiyorum aslında
Fenerbahçe Ankaragücü'nü 5-1 yendi ya, spor sayfalarında inanılmaz övgü yorumları yayınlanıyor şimdi. Doğrusu Fenerbahçe gerçekten de son maçta çok başarılıydı. Zaten bu güzel futbolu 5 golle süsleyerek hakkını da verdi. Aslında Fenerbahçe bundan önceki maçlarda da öyle kötü futbol oynamıyordu. Sadece hepsi birer yıldız olan futbolcuların koordinasyon eksikliği vardı. Fenerbahçe yazarları ise her hafta takımı yerden yere vurdular. Fener 4 atıyordu ama Fenerbahçeli spor yazarları bunu bir türlü beğenmiyordu.
Tabii asıl maksat başka. Böyle birkaç yazı yazılıp kenara konulur. Fenerbahçe şampiyon olursa unutulur o yazılar. Yok kazara başına birşey gelirse "Biz dememiş miydik" tafralanmaları başlar. Oysa ortada büyük haksızlık var. Fenerbahçe bu hafta liderlik koltuğuna oturdu. Ama geçen hafta, önceki hafta daha geride değildi ki. Bir puan farkla arkadaydı o kadar. Peki ne isteniyor o halde Fenerbahçe'den. Kötü denilen Fenerbahçe lider bugün.
Fenerbahçe'nin sorunu psikolojik. Son 4 yıl öylesine kötü geçti ve Fenerbahçe hiçbir başarıya imza atamadı ki, şimdi en koyu taraftarından belki de başkanına kadar bir korku bir endişe hakim. "Ya bu yıl da şampiyon olamazsak, ya bu yıl da sıralamada geriye düşersek" korkusu herkesi sarmış durumda.
Çok az sayıda Fenerbahçeli takımın bu yıl şampiyon olacağına, rakiplerine fark atacağına inanıyor. Gerisi "Böyle gider gider, biz yine takılırız" paniğinde.
Oysa ne "Kesin şampiyonuz" demek mümkün ne de "Bu yıl da birşey olmaz" karamasarlığına kapılmak.
Fenerbahçelilere diyorum ki; "Fenerbahçeli olduklarını söyleyen ama ağızlarından sadece felaket senaryoları çıkanlara sakın kulak asmayın, moral bozmayın. Şampiyon olamamak, üstelik bu yıl da olamamak dünyanın sonu değil. Ayrıca bu takım bu yıl şampiyonluğun en büyük adayı. Onu da unutmayın. Ayrıca iyi bir Fenerbahçeli'nin görevi, karamsarlığa kapılmak değil, takımı ve teknik ekibi sonuna kadar desteklemektir.
Bu Fenerbahçe bu yıl beni hiç korkutmuyor. Göreceksiniz.
ANAP'ta DSP rahatsızlığı
Hükümet çok uyumlu gidiyor gitmesine de, geleceğe yönelik hesaplar yapılırken bazı kuşkular da dile getiriliyor ister istemez. Özellikle ANAP kanadı eğer yakında bir seçim olursa, ki bu Fazilet'in kapatılması halinde birden gündeme gelebilir, DSP'nin altında kalmaktan endişe ediyor. Aslında bu görüş bir süredir ANAP kulislerini dalgalandırıyor. Ancak son bankalar operasyonundan sonra endişenin yerini korkuya bıraktığı söyleniyor.
Özellikle yolsuzlukla mücadele konusunda DSP'nin kamuoyunda lokomotif parti gibi algılanması ANAP kurmaylarını derin derin düşündürüyor. Yolsuzlukla mücadele konusunda elbette ANAP'ın elinde Tantan silahı var ama, Tantan'ın harekete geçebilmesi için öncelikle yargı süreci için düğmeye basılması gerek.
Bu düğmeye basacak iki isim de DSP'de. Biri Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, diğeri de bankaların başında oturan Zekeriya Temizel. Bu iki isimden işaret gelmedikçe ya da karar çıkmadıkça Sadettin Tantan'ın kendiliğinden harekete geçmesi çok zor.
Ayrıca kamuoyunda, geçmişe dayalı kanaat gereği, ANAP'ın yolsuzlukla mücadele etmeye pek hevesli olmadığı inancı da var. Pek çok ANAP'lı milletvekilinin kulislerde "Vatandaş bize 'İyi ki DSP var, yoksa bu yolsuzlukların üzerine gidilmezdi' diyor. Oysa bu yolsuzlukların üzerine bizim irademizle gidildiğini anlatmamız gerek" dedikleri öne sürülüyor.