Genelkurmay Başkanlığı'nın "andıç" konusundaki açıklamayı yaptığı günden beri düşünüyorum..
Bölücü teröre karşı elde edilen başarının onuru, hemen tamamen Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne aittir.
Peki bu "düşük yoğunluklu savaş"ı yönetenlerin, kendi halkına ve bazı kurumlara karşı psikolojik savaş yöntemlerine başvurmaya hakları, hatta en azından ihtiyaçları var mıydı?
Göze alınan haksızlığın, yapılan haklı savaşı lekeleyebileceğini karar vericiler hiç hesap etmedi mi?
İki yıl önce Orgeneral Çevik Bir tarafından onaylanan ve bazı partilerle siyasetçilerin ve bazı gazetecilerin yıpratılmalarını amaçlayan belgenin varlığı, Genelkurmay Başkanlığı tarafından kabul edilmiştir.
Genelkurmay, bu belgenin bir etüd olduğunu ve hiç bir zaman uygulanmadığını söylüyor ama, hedef gösterilen kişilerin bundan zarar görmedikleri söylenemez.
Gazetecilerin hayatını alt üst eden bu karargâh içi çalışmanın hareket noktasını, Genelkurmay bugün de savunuyor:
".. Çöküş sürecine giren örgütün sözde lider kadrosu ile röportajlar yapılarak örgüte ve yandaşlarına moral ve toparlanma imkânı veren yayınlar, kanlı terör örgütünün başı ile Suriye'de müteaddit defalar görüşerek bir tür pazarlık yapan kişiler.."
Terörle mücadelenin gerektirdiği hassasiyeti egemen kılmanın yolları tükenmiş miydi?
Haberleşme kanalları tıkanmış mıydı?
Durum hukuk devletini devre dışı bırakacak, yargısız infazlardan medet umacak kadar umutsuz muydu?
Hayır.. Bunlara hiç ihtiyaç yoktu.
O gün de, bugün de asıl ihtiyacımız, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin uyandırdığı güven duygusunun zedelenmemesidir.
Herkes, Genelkurmay Başkanlığı kaynaklı her haberin doğruluğuna güven duymalıdır.
Bir kusur veya suç işlenmişse, sorumluların takibata uğrayacağına ve hatadan dönüleceğine emin olmalıdır.
Ordunun itibarını korumak, eski bir silâh arkadaşını koruma duygusundan daha önemli ve daha öncelikli bir sorumluluktur.
Genelkurmay "andıç" meselesini kapanmış saymamalıdır.
Devlet bütçesinde yargıya ve adalet hizmetlerine ayrılan pay yüzde 1 bile değil.
Cezaevleri Genel Müdürü Ertosun, 20 yeni cezaevi için 150 trilyona ihtiyaç bulunduğunu, oysa bu işe ayrılan paranın sadece 11 trilyon lira olduğunu söylüyor.
Bu durum, af çıksa bile cezaevlerinin örgüt kampı ve mafya yazıhanesi işlevlerini devam ettireceğinin resmidir.
Açıklandığına göre Uşak'ta Ergin kardeşler kullandıkları mahkumları küçük paralara kiralamışlar. Belâlar, tedbirleri dayatıyor:
1. Dışardaki kara para kaynağı kurutulmadıkça içeri de tıkılsa mafya bitmeyecek;
2. Hücre tipi cezaevi sistemine geçilmedikçe çete olgusu ve isyanlar önlenemeyecektir.
Meclis bu soruna, maliyeci gözüyle değil, adalete susamış bir milletin temsilcisi gözüyle bakmalı!