Gelişmesine fazlası ile katkıda bulunduğuma inandığım Gelişim Yayınlarından, yeni patron Asil Nadir'in adamları tarafından kovulduğum gündü.
"Gel Sabah'ta başla" dediler.. Daha önce, daha Sabah kurulurken kurucu Yayın Müdürü sevgili Rahmi Turan "Gel" demişti.. "Gelişim'de mutluyum Rahmi" demiştim..
Bu defa işsizdim.. Gittim..
Ne yapacağımı bile bilmiyordum.. Zafer "Renkli bir yaşamın var. Hayatın tam içindesin. Yaşadıklarını ve izlenimlerini anlat" dedi..
Hıncal'ın Yeri adlı, dünya medyasında pek benzeri olmayan, hayatla ilgili her şeyi konu edinen köşe böyle başladı..
Dinç Bilgin'le, patronla sadece el sıkıştık.. O kadar..
Para mara konuşmadık.. Oturup sözleşme yapıp altına imzalar da atmadık.. El sıkışma ikimize de yetti.. Sabah'la hala sözleşmem yok..
Gerek de yok..
Üç nesildir gazeteci bir patronla, 30 yıllık bir gazeteci de birbirlerine itimat etmiyorlarsa, sözleşmeler, imzalar ne işe yarar ki..
İlk maaşımı, ay başında bankaya gidince öğrendim..
Zafer, her gün yazmamı istiyordu.. Oysa ben 30 yıllık gazetecilik hayatımın 28 yılını yönetici olarak geçirmiş, günlük yazı hiç yazmamıştım. Sabah gibi ülkenin en çok satan gazetesinde her gün yazı yazmak kolay mıydı?..
Ben haftada 2 dedim.. Zafer 3 dedi.. Zafer'in dediği oldu.. Başladık ve Dinç Beyin baskısı başladı.. Hem de ne baskı..
Hemen her gün yanıma uğruyor.. "Arttır" diyordu.. "Arttır.. İyi gidiyor.."
Ben cesaret edemiyordum.. Ama baskı dayanılmaz hal aldı.. Dörde çıktık..
Dörde çıkınca baskı arttı.. Beşe çıktık..
Altı için ısrar etmedi.. Haftanın iki günü dinlenme hakkım olduğunu biliyordu.. Altıncı günü ben icat ettim.. Spor hobimdi.. Hobimi yazmak için.. Spor sayfasında yazıyordum.. Dinç Bey gene karıştı.. "Madem yazıyorsun köşeni boş bırakma.."
Perşembe spor yazılarını da köşemize taşıdık..
İşte gazeteci patron olarak, 10 yıl boyu işle ilgili tek ilişkimiz bu oldu.. Pardon.. Pardon bir defa, bir tek defa da yazdığım yazıya karıştı.. Çok iyi hatırlıyorum..
Orduevlerindeki nerdeyse bedava, 5 yıldızlık otel hayatının maliyetini anlatmış ve bu bedeli, halkın vergileri ile ödediğini anlatmıştım..
Ertesi gün öğlene doğru odama girdi..
"Bugünkü yazınla ilgili Genelkurmay Başkanı beni aradı" dedi.. Başkan o zaman Doğan Güreş.. "Uzun uzun açıklama yaptı.. Ben de dinlemek zorunda kaldım.. Bak bundan sonra askerle ilgili yazarsan ve beni ararlarsa, sana bağlatırım haberin olsun.."
Hepsi bu işte.. Birlikte geçen 10 yılın tek müdahalesi, bu şakaydı...
Bu 10 yıl içinde, bu ülkedeki dişe dokunur, yeni çıkan, hamle yapan her gazeteden teklifler aldım.. Hayat boyu kazanmadığım kadar transfer ücretleri.. Sabah'taki maaşımın yanına sıfır konmuş aylıklar..
Gitmedim.. Teklifleri gazetemde pazarlık konusu yapmak da aklımdan geçmedi.. Sabah'ta mutluydum çünkü..
Gece başımı yastığa koyduğumda hemen uykuya dalıyor, sabaha kadar deliksiz uyuyordum.. Sabah uyanır uyanmaz keyifle kapıya koşuyor ve Sabah'ı alıp kahve masama yayıyordum..
Para, hesap işlerine hiç aklım ermedi. Hiç sevmedim. Sevsem Mekteb-i Mülkiye'nin en paralı şubesi Maliye'yi seçerdim zaten.. Bu tür işlere ne karıştım, ne kafa yordum..
Bir gün Dinç Bey, banka satın almak istedi.. Danışmanları, günün rekabet koşulları içinde bunun şart olduğunu anlatmışlardı.. Necati Doğru, köşesinde çok sert karşı çıktı.. İki gün sonra Dinç Bey haber saldı.. "Necati'ye söyleyin, içi rahat etsin.. Bankadan vazgeçtik.."
Bu ülkede 150 yıldan beri üç kuşaktır gazete çıkaran bir ailenin temsilcisinden beklenen karardı bu..
Ama koşullar giderek daha da zorlaştı. Rekabet piyasası, köpek balığının dişleri gibi keskin ve öldürücü oldu. Rakiplerin hepsinin bankası vardı.. Danışmanlar "Eşit koşullarda mücadele için eşit silahların şart olduğuna" bu defa ikna ettiler Dinç Beyi.. Necati de sesini çıkaramadı bu kez.. Çünkü danışmanların haklı olduklarını görüyordu.
Bilinmeyen bir şey vardı..
İş adamlığından gazeteciliğe gelenler, banka yönetmeyi, gazetecilikten bankacılığa gidenlerden çok daha iyi beceriyorlardı.
Dinç Beyin bankacılığı başaramadığını bugün herkes biliyor..
Benim bildiğim, inandığım bir şey var..
Sabah, Bilginlerin, bu ülkenin en eski gazeteci ailesinin gururu.. Dinç Bey, bankasının içini boşaltmış olsaydı, bu aile gururunun yarı hissesini, yani ailenin öz evladının yarısını satmak zorunda kalır mıydı?.. Sabah'ı yaşatmak için böylesine bir önlemi alma gereği duyar mıydı?..
Bankasının içini boşaltsa, Sabah'ın yarısının satışı ile aldığı parayı da cebine koysa, hatta öbür yarısını da elini öpene satsa, tüm ailesi ile, dünyanın istediği ülkesinde, beyler gibi yaşamaz mıydı?..
Oysa, haberi alır almaz, bulduğu ilk uçakla Türkiye'ye döndü..
Yanlışları yok mu?.. Var.. Hangimizin yok?.. Ama dün Güngör'ün de dediği gibi Dinç Bey yanlışlarının bedelini ödedi, belki hayatı boyu da ödemeye devam edecek..
Ben mi?..
Sabah'ta keyifle ve gururla yazmaya devam ediyorum..