kapat

22.10.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
banner
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Telsim
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


"Barış" ama nasıl?

Önceki hafta, çeşitli vesilelerle "Ortadoğu barış süreci"nin Oslo'dan bu yana alışageldiğimiz haliyle "öldüğünü" her söyleyişimde, görevdeki ya da emekli diplomatların yüzü asılıyordu. Bölgede şu an yaşanan durum ve gelişmeler, gözlemlerimizi doğruladı.

"Ortadoğu'da barış"ın "amacı"nı gözden kaçırır ve bu amaca varmak için bir "araç"tan ibaret olan "barış süreci"nin kendisini "amaç" haline getirirseniz, hataya düşmeniz kaçınılmazdır.

"Oslo süreci"nin devamına dair umutları, yoğun uluslararası diplomatik girişimlere bağladılar. Neticede, Şarm el-Şeyh Zirvesi gerçekleşti. Ama, Ortadoğu'da bir dönemin kapandığı ve yeni bir dönemin açıldığına dair değerlendirmemizi, zirve kararı alınmasının ve oradan çıkan sonuçların etkilemediğini, bu sütunu izleyen okurlarımız farketmiş olmalıdırlar.

Şarm el-Şeyh'in sonuç vermesi mümkün değildi. Çünkü, Amerikan diplomasisinin Ortadoğu'daki infilakı önleyecek ne kavrayışı; ne de gücü vardı. Clinton, Arafat ve Barak'ı neredeyse "gözaltına aldığı" Camp David'de haftalarboyu elde edemediği sonucu, ne İsrail yönetiminde ve iç siyasi dengelerinde, ne de Filistin halkında "uzlaşma" eğilimi ortada kalmamışken Şarm el-Şeyh'de elde edebilir miydi?

Clinton'lu koca bir Zirve'nin salt "ateşkes anlaşması" için toplanması ama bu "mütevazi amaçla sınırlı zirve"nin, Arafat ve Barak'ın bu amaca dair bir kağıdın üzerine imzalarını dahi alamadan, sözlü beyanlara dayanarak sona ermesi, bir yanıyla Amerika'nın bölge politikasının ne kadar derin bir zaaf içine girdiğinin göstergesidir.

Filistin halkının, "İsrail işgali"ne karşı ayaklanması, tüm Arap toplumlarına öyle "sismik dalgalar" göndermiştir ki, bu hafta sonu Araplar, neredeyse 10 yıldır ilk kez ve tam kadro ve olağanüstü toplanıyorlar. Kahire Zirvesi, Araplararası bölünmeyi ne kadar dışa yansıtırsa yansıtsın; Arap dünyası, yeniden İsrail'in "meşruiyetinin sorgulanacağı" bir rotaya girecektir. Önümüzdeki dönemde, "petrol silahı", 1973'ten farklı biçimde ve Filistin halkının yanında duranları incitmeyecek tarzda kullanılabilecektir.

Yarın Kahire'deki Arap Zirvesi'nden çıkacak kararlar, bir ihtimal, Türkiye'nin de üye olduğu ve katılacağı İKÖ'nün (İslam Konferansı Örgütü) Kasım ayı ortasındaki Katar Zirvesi'nde de karar haline getirilmeye çalışılacaktır. Aradan geçecek süre içinde, Filistin topraklarında daha geniş çapta kan dökülürse, o kararların, daha da sert ve İsrail'e yaptırım içeren türden olması muhtemeldir. Kuruluş nedeni, (Mescid ül-Aksa'nın kundaklanması-1969) olan İKÖ, yine Mescid ül-Aksa'ya yönelik provokasyon üzerine patlak veren gelişmeler sonucunda Filistin halkının bir "kronik katliam"a maruz bırakılırken, İsrail ile "uzlaşmacı" bir tavır benimseyebilir mi hiç?

Filistin Çalışma Bakanlığı'nın bir görevlisi, ortalama bir Filistinlinin, hafta içinde, The Washington Post'ta bir yazısı çıktı. "Amerika, nasıl olur da, Filistinliler ve İsraillileri şiddete dayalı bir çatışmanın eşit taraflarıymış gibi sunabiliyor? Bir tarafta işgalci bir güç, diğer tarafta ise işgal altında bir halk bulunduğunu nasıl gözardı ederler" diye soruyor. Bu soru, yakında, Türkiye'nin önüne de dikilecek.

Aynı yazıda, "Oslo süreci"nin Filistin halkında yarattığı hayal kırıklıkları ve içinde yaşanılan olumsuzluklar sıralandıktan sonra, son gelişmelere şöyle temas ediliyor:

"[Camp David'den sonra] Filistin önderliği halkı sakin durmaya çağırdı. Yasir Arafat, bağımsız Filistin devletinin ilanını ertelemeyi kabul etti. Fakat İsrailliler, görüşme masasında Filistinliler'e zorlayamadıklarını, sahada zorlayarak kabul ettirmeye karar verdiler. Ariel Şaron'un Haram-ı Şerif'e ziyaretini bu bağlamda anlamak gerekir¥ Bir siyasi mesajdı: Kudüs konusunda rüya görmeyin. Yine de, şiddete yol açan Şaron'un provokasyonu değildi. Bunu protesto eden Filistinlilere İsrail'in vahşi polis tepkisiydi. Bu Filistinlilere ikinci bir mesajdı: Ne istersek onu yaparız. Siz, protesto dahi edemezsiniz.

Sanırım, bu noktada, Filistinliler, bu barış sürecinin dışına çıkmaya karar verdiler. Yeni bir süreç ya da mevcut olana İsrail ve Amerika'dan daha fazla ülkenin katılmasıyla bir denge getirmek istediler."

Tercümesi şu: İsrail işgali (özellikle Kudüs'te) sürdükçe, barışı unutun. Barış istiyorsanız, İsrail işgalini sona erdirin...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır