Gelişmekte olan piyasalar kategorisine giren ülkeler arasında ilk 10 ülke sayıldığı zaman, Türkiye genellikle bu gruba dahil edilir. Ancak, gelişmekte olan piyasalara yönelen sermaye hareketleri içinde Türkiye'nin aldığı pay aynı oranda yüksek değil. Özellikle dogrudan yabancı yatırımları açısından Türkiye'nin payı devede kulak bile değil. Bunu görmek için öncelikle gelişmekte olan piyasalara yönelik fon akımlarının büyüklüğü hakkında fikir sahibi olmak gerekiyor.
Örneğin 1999 yılında gelişmekte olan piyasalara yalnızca doğrudan yabancı sermaye yatırımı olarak giren sermaye 143 milyar dolar olarak hesaplanmış. Bu yıl, bu rakamın biraz düşmesi bekleniyor ama yine de 124 milyar dolar gibi bir doğrudan yatırım söz konusu. Diğer taraftan, ticari bankalardan gelişmekte olan piyasalara yönelik kredi akışının 1997 sonrasında eksi olduğu görülüyor. Gelişmekte olan bir ülke için en cazip yabancı sermaye türünün doğrudan yatırımlar olduğu söylenebilir. Bunun bir nedeni, doğrudan yabancı yatırımlarının uzun vadeli bir bakışı yansıtması ve genellikle kalıcı olması; diğerleri borç para niteliğinde. Gelişmekte olan bir ülke için doğrudan yabancı yatırımı cazip kılan ikinci unsur ise bu tür sermayenin teknoloji ve bilgi birikimini de birlikte getirmesi.
Maalesef yabancı sermayenin en cazip türü olduğunu söylediğimiz doğrudan yatırımlar Türkiye'ye çok az geliyor: 1997 ve 1998 yıllarında net bazda 600 milyon dolardan daha az, 1999 yılında ise 100 milyon dolar civarında. 1999 yılı rakamının net bazda çok düşük olmasının bir nedeni de Türkiye'den diğer ülkelere yönelik doğrudan yatırımların artmakta oluşu. Ancak, brüt bazda bile bakıldığında Türkiye'ye gelen doğrudan yatırım hep 1 milyar doların altında.
Türkiye'nin portföy yatırımlarından aldığı pay görece daha iyi. Bunun en önemli nedeni ise bu portföy yatırımlarının çok yüksek getiri sağlamakta olması. Örneğin, bir yıl ilerisine bakıldığında, Merkez Bankası'nın ilan ettiği kur politikası TL'nin Euro ve dolardan oluşan kur sepeti karşısında yaklaşık yüzde 11 değer kaybedeceğini söylüyor. Hazine tarafından çıkarılan tahvillerin getirisi ise şu anda yüzde 36-37 civarında.
Dolayısıyla, bugün döviz bozdurup tahvil alan ve bunu bir yıl sonra satıp tekrar dövize dönecek olan bir portföy yatırımcısı için dolar bazındaki getiri yüzde 23 civarında.
Aslında dolar bazında getirinin bu kadar yüksek olduğu bir ülkeye portföy yatırımının çok daha fazla geliyor olması gerekirdi. Ama gelmiyor.
Doğrudan yatırımın ise Türkiye'nin cüssesine göre mikroskopik olduğunu ise zaten saptamış bulunuyoruz. Üstelik Türkiye ciddi bir istikrar programını sürdürme iddiasında. Dolayısı ile, istikbalinin parlak olduğunun görülüp oluk oluk doğrudan yatırımın da geliyor olması gerekmez mi? Ama gelmiyor. O zaman soralım: Neden gelmiyor?
Tabii ki bizim bu sorunun cevabının ne olduğuna ilişkin düşüncelerimiz var. Ama bu soruyu öncelikle bu ülkeyi yönetenlerin ve karar mekanizmalarında yer alanların kendilerine sormaları gerekiyor.