Tek dersten bırakılıp, sınıf tekrarı yapan öğrencilerin "affedilmesinin" daha yararlı olabileceği üzerine birçok yazı yazdım.
Kendimce, binlerce öğrencinin bir tek ders yüzünden yıl kaybetmesinin, Türkiye'nin şartlarında "israf" olduğunu savundum.
Milyonlarca genç nesil, yığınlar halinde okullaşırken, on binlerce çocuk okuyacak okul bulamazken, 130 kişilik sınıflarda gerçek bir trajikomedi yaşanırken, binlerce öğrenciyi terk dersten sınıfta bekletmenin, "lüks" kaçtığını belirttim.
Sayısız anne babadan gözyaşlarıyla destek gördüm.
Onlar, bana, acılarına tercüman olduğumu söylediler.
Ama benim amacım bu trajediyi yaşayan insanlardan iltifat almak değildi. Ne kadar desteklendiğimi görüp tatmin olmak hiç değildi.
Kendimce "matematik" bir mantık içinde düşünüyordum ve örneğin, not ortalaması 3.5 olan son derece başarılı bir çocuğun, sadece Türkçe'den (1) aldı diye sınıfta kalmasını akla, mantığa ve merhamete aykırı bulduğum için bu tezi savunuyordum.
Fakat anladım ki, Milli Eğitim Bakanlığı olaya benim gibi bakmıyordu. Yine anladım ki, Türk Basını da benim gibi düşünmüyordu.
Yazarlar da benim gibi düşünmüyordu.
Bu mesele ne tek satır haber oldu ne de bir sütuna konu edildi.
Halbuki, Kadir İnanır'ın cep mesajları ile Buket kızın kalçalarına masaj yapıp yapmadığı konusu sayfaları doldurmaktaydı.
"Acı" içindeki binlerce aileyi saymazsak, savunduğum tezde, yalnız kalmıştım. Uzun uzun düşündüm...
Şimdi özeleştiri yapıyorum:
Önce kaybettiğimi kabul ediyorum. Ayrıca "yanlış bir şeyi" savunduğumu da kabul ediyorum.
Hokkabazlığı, avantacılığı, vurdumduymazlığı, ademsendeciliği, baskıyı, tehdidi, anti-demokrasiyi, kişisel hırsı, şöhreti vesaireyi savunmadım.
Sadece çocukların yüreğini ve geleceklerini savundum.
Kabul ediyorum, "yanlış" bir şeyi savunmuşum...
Çünkü Türkiye'de bunları savunmak artık "yanlış" oldu...
Ecevit'in dirayeti ile 74'te Kıbrıs'a çıkan Türk Ordusu'nun "Barış Hareketı"ndan nihayet bizi utandıracak hale getirdiler.
26 yılda, Rum kesiminde kişi başına gelir 18 bin dolara çıktı, bizim taraf ise elindeki avcundakini de yitirdi. Yitirmekle kalmadı.
KKTC ülkesi, tam bir "dolandırıcı cenneti" haline geldi.
Denktaş'ın dünürü bile, banka kurup trilyonları, Türkiye'den gönderilen paraları bile cebe indirmişse, bu demektir ki, orada tam bir soygun düzeni yürümektedir.
"Barış Harekatı"ndan amaç, dolandırıcıların bu milletin paralarıyla "barış" yapması mıydı?
Çok utanıyorum.
Liderliğe aday olacağından söz ediliyor. Ama adaylığını koyuş sebebi ilginç:
Bütün amacı kurultayda bir konuşma yapabilmekmiş...
Yani düşüncelerin, derdini, tespitlerini aktaracak, sonra da adaylıktan çekilecekmiş... Siz hiç ömrünüzde, düşünceleri, görüşleri ortaya koyabilmek için sadece kurultay fırsatının kullanılabildiği bir sosyal demokrat parti duydunuz mu?
Demek ki, kurultay olmasa, aday da olmasa, Hurşit Güneş'i kimse dinleyemeyecek!
Bu nasıl bir sosyal demokrasi?
Bu nasıl parti demokrasisi!
Düşünce anlatmak imkansızsa...