Sabah uykularının bölünmüşlüğünde ilk düşündüğümüz, akşam aldığımız karpuzun iyi çıkması değildir.
1871 Sedan Savaşı da değildir.
Sabah uykularının bölünmüşlüğünde, ökçesi yenmiş siyah papuçlarınızın ne kadar zamandır boyanmamış olduğunu düşünür müsünüz?
Hafif nemli bir vücut ve bir türlü tam açılamayan göz kapaklarıyla, yatak odasının perdelerinde aydınlanmaya başlayan gün; yeniden uykuya dalma isteğinizi, kanca kanca çeker, ırgalar. Ve karşı koyma olasılığınız da yok gibidir.
Kalkmak gerekir kalkmak... Ama nasıl...
Bir on dakika daha canım...
Yeniden uyuyup kalıvermenin korkuları dolaşır ense kökünüzde, omuz başlarınızda, yan bilincinizin en sıkışık noktalarında...
Sabah uykularının bölünmüşlüğünde; en berbat müzik, gitgide çalışması sıklaşan apartman asansörünün sesidir.
Hiç değilse bir beş dakika daha... Saatin yelkovanı, beş dakikacık bir iltimas yapıverse de, azıcık dursa yerinde...
Belki de gözler kapanıp gitmiştir o sırada...
Ve birden bir zıplama...
Uyuyup kaldım mı yoksa?
Neyse ki, beş dakika bile geçmemiştir henüz...
Kalkmak, uyur gezer adımlarla banyoya gidip tıraş olmak, dişleri fırçalamak, yüze soğuk sular çarpmak..
Aya ilk kimin gittiği gelir mi aklınıza?
İstanbul'daki kadınların üçte biri çapkınlık ediyor mu, etmiyor mu? Bir siyasetçi "ediyor" demiş. Nerden biliyormuş ki ettiğini?
Türk sinemasında da yetenekli rejisörlerle sanatçılar hiç mi yok?
Sabah uykularının bölünmüşlüğünde, ölmekte olan Marmara'yı kurtarmak için ne yapmalı?
O anda asansörle aşağıya inmekte olan, herhalde bunu hiç düşünmüyordur.
İki gün sonra bir öğle sohbetinde şöyle laf ola değinecektir bu konuya ve "maalesef.." diyecektir..
Maalesef halkımız, maalesef aydınlar, maalesef bahçeye girip çiçekleri gagalayan tavuklar...
Sabah uykalarının bölünmüşlüğünde... Henüz beyni sarmalayan buğu, sıyrılıp açılmamışken..
Filtreyle içilen bir ağızlığın içi, renkli ispirtoyla temizlenmeli..
Düşlenen yaşamı denk getirememişliğin; durmadan başkalarına sıçrayan eleştirili altmış yaş öfkeleri... Sen şunu şöyle yapmayacaktın, sen de bunu böyle...
Münasebetsizlik merdivenlerinde takur tukur inip çıkmalar..
Sabah uykularının bölünmüşlüğünde balkonlardaki sabah serinliği...
Sonra giyilen çoraplar, ayağa çekilen pantolon...
O sırada Hint Okyanusu'ndaki bir tankerde, aşçının ne pişirmekte olduğunu geçirebilir misiniz aklınızdan?
Birbirlerine sabah sokuluşlarıyla sevişen çiftler...
Gazeteler daha gelmemiştir herhalde..
Tekel'e "çolak idare" derdi Ercüment Ekrem, sadece tek eli olduğu için...
Mis gibi yatıp uyumak dururken...
Giy gömleği, giy ceketi...
İnip çıkışları daha da sıklaşan asansör...
Sabah uykularının bölünmüşlüğünde sokaklar.. Kimbilir kaç kişi doğuyor dünyada, kaç kişi ölüyor şu an...
Akşama erken yatıp, doya doya uyumak..
Uzayan dolmuş kuyrukları..
Sabah uykularının bölünmüşlüğündeki yüzler...
İlk denizaltının şimdi ne olduğunu hiç düşünmeyen yüzler...
Sabah uykularının bölünmüşlüğünde; leyleklerin nasıl kuluçkaya yattığı da hiç düşünülemez, Bolu ormanlarından ayda kaç metreküp tomruk çıkarıldığı da...
Sabah uykularının bölünmüşlüğünde; az gelmiş uykunun kimseye çaktırılmayan gerinmeleriyle, düşünülebilecek tek şey; köpüklü, dumanı üstünde, bir fincan sıcak ve mis kokulu kahvedir.
Her yağmurda akan damın aktarılmasıyla; zeytinyağlı biber dolmasına ne kadar kuş üzümü konulması gerektiği konuları dahi, daha sonra gelir.
Ve şunu da unutmamak gerekir ki, ne kadar insan; sabah uykularının bölünmüşlük mahmurluğuyla gevşekliğinde yaşar hep... Hiç bir şey gelmez akıllarına ve takatları yoktur düşünmeye.. Kümelenen, dağılan, uçuşan, toplanan, sarkan, sürüklenen bulutlar gibi yaşarlar yeryüzünde...