Üç beş Amerikalı siyaset zibidisi, Amerika'da Ermeni oylarını tufaya getirmek için alt komiteye bir tasarı sunmuşlar, komite de tasarıyı kabul buyurmuş, koskoca Türkiye hop oturup hop kalkıyor.
En baba gazeteler manşet üstüne manşet çekiyor, Amerika bizi arkadan vurdu, diye...
Yahu ne arkası, ne önü, ne vurması, kim kimi vuruyor, durun bir saniye, beş dakika düşünün de öyle telaşlanın be kardeşlikler...
Şimdi durup dururken, bir mesnetsiz tasarı yüzünden bölünecek, mahvolacak mıyız yani? Bendeniz tarihçi değilim ama kendimce sağlam bir mantık yürütüyorum:
Soykırım, farzedelim ki olmuş!..
Farzedelim ki, Ermeni komitacılar, Osmanlı'ya attıkları kazıkların faturasını ödediler.
Peki bundan bize ne? Biz mi yaptık soykırımı?..
Osmanlı Cumhuriyeti'nde miyiz, Türkiye Cumhuriyeti'nde mi?
Biz, "reddedilmesi imkansız" kültürel mirasın dışında, Osmanlı'nın siyasi mirasına sahip çıkıyor muyuz ki, müsnet "soykırım"dan sorumlu olalım?
Hem, dünyadaki tek "soykırım" suçlusu imparatorluk, Osmanlı mı kaldı? Varolmuş bütün imparatorlukların tarihi zaten soykırımların, talan ve fetih savaşlarının, ırza geçmelerin, çocuk kaçırmaların, din vesaire adına insanları yerlerinden, yurtlarından ve benliklerinden etmenin tarihi değil mi?
"İmparatorluklar çağı" zaten, anti-demokrasi çağı değil mi?
Alman, Fransız, İngiliz, Hollanda, Bizans ve Roma imparatorlukları, sütten çıkmış ak kaşık mıydılar?
Bu işi kurcalamaya gidersen, iş Mısır İmparatorluğu'na kadar dayanır... Neyi tartışıyoruz? Neden korkuyoruz?
Amerikalı zibidilere karşı iki güçlü tez ortaya çıkıyor:
1- Biz Osmanlı'nın siyasi tarihinden sorumlu değiliz!
2- Osmanlı İmparatorluğu sorumlu tutulursa, bütün imparatorluklar sorumlu tutulmalıdır.
İşte bu sebeplerle, bu "sahte" Ermeni yanlısı tasarıdan hiç telaşa kapılmadım, kapılmayacağım da...
Diyormuş ki "devlet beni kanser yaptı, tazminatımı istiyorum!"
Yurdagül hanıma allah şifa versin, bu hastalık çok zor...
Ama "devlet beni kanser yaptı" sözüne ne hukuken ne de mantıken katılmak mümkün...
Hukuku bir yana bırakalım, Türkiye'de "devlet beni kanser yaptı" diye dava açılmaya başlanırsa, işte o vakit devlet çöker... Bizim devlet, hangi sisteminden dolayı insanları "kanser" yapmıyor ki?..
Nüfus dairesinde kanser, vergi dairesinde kanser, bankada maaş kuyruğunda kanser, otobüs durağında kanser, belediye fen işlerinde kanser, imar şubesinde kanser, ruhsat kuyruğunda kanser, okul kayıtlarında kanser, defter kitap kuyruğunda kanser, üniversite sınavında kanser...
Ona bakacak olursanız, Türkiye'nin tamamı gizli sinir kanseri!..
Maksat nostalji olsun diye...
Bizim Lüleburgaz da "Avrupa kenti" ya hemen bu kampanyaya destek vermiş, yörenin ileri gelenleri derme çatma üç beş bisikletle şehirde tur atmışlar, basın da bunu görüntülemiş...
Evet doğa yaşamını özlemek güzel, bisiklet de çok güzel ama bir de mantık diye bir nane var...
Avrupalılar tam teknoloji ve modernizm içinde oldukları için onların kampanyası kendince bir "espri" taşıyor.
"Otomobilsiz gün"de şehirde birisi kalp krizi geçirse adamların o saniye yetişecek ambülans sistemi mevcut, hastaneleri mevcut...
Ya bizim Lüleburgaz da birisi kalp krizi geçirse, onu hastaneye yetiştirecek ambülans var mı?
Sonra adamların bisikletleri var binip, dolaşıyorlar. Bizim Lüleburgaz'dan Tanrı aşkına söyleyin 50 bisiklet çıkar mı?
Hem farzedelim doğayı çok seviyorsun?
Bağların, bahçelerin ovaların kökü mü kurudu?.. Git istediğin kadar dolaş!..
Arkadaşlar, lütfen bırakın bu suni kampanya merakını ve de çevreci ayaklarını...
Önce çağdaşlaşmaya bakalım, sonra bol bol nostaljisini yaparız...