kapat

24.09.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
pandora
Bizim City
Sizinkiler
Rehber
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


"Sözün Bittiği Yer"...

İnsan, doğumgünü olan bir günde, çok değer verdiği ve içtenlikle sevgi duyduğu birinden, üstelik doğumgünü olduğunu bilmeden gönderilen paha biçilmez bir armağanı alırsa, ne hisseder?

Hem, o paha biçilmez armağanın içine "Dünyada savaşın tarihi ne kadar geriye dayanıyor bilmiyorum ama ilk cephe savaşını seninle yaşamak, Lübnan savaşında farklı mevzileri seninle dolaşmak benim için ne büyük bir şans. Tabii seninle dost olmak olağanüstü. Sağolasın" yazılı satırları görünce, "ince teli"nin görülmemiş bir yumuşaklıkla okşandığı görüp duygulanmaz mı?

Bu satırlar, ancak, dünya çapında değer taşıyan ve bu değeriyle ters orantılı bir alçakgönüllülükle yücelen bir kişiden geldiği için özellikle anlamlıydı. Coşkun Aral'dan geldi...

Paha biçilmez armağanı ise "Sözün Bittiği Yer" başlığını taşıyan harikulade fotoğraflarından oluşan unutulmaz yapıtı... Gerek ithafı, gerekse içeriği ile gerçekten "Sözün Bittiği Yer"...

70'li yılların sonlarında sevecen mavi gözleri, dağınık sarı saçları, bebeksi yüzünde eğlendirici olsuncasına iliştirilmiş sarı sakal ve bıyığı ile, elinde fotoğraf makinalarıyla oradan oraya koşturan; daha ilk bakışta, insanın onu sevesi gelmesinden başka bir duyguya yer verdirtmeyen afacan bir oğlan çocuğuydu Coşkun Aral...

Aradan neredeyse çeyrek yüzyıl geçti, o yine sevecen mavi gözlerinde, amansız ateş yıllarının izlerini hiç taşımadan ve o yıllar hiç geçmemişçesine, içindeki çocuğu ve yüzündeki çocuksu ifadeyi öldürmeden, ölümcül ortamlarda, ölüme meydan okuyarak yaşadı. Ölüme, dolayısıyla hayata tanıklık etti.

"Sözün Bittiği Yer"e eklediği bir genç Tuareg deyişini, kendi hayat düsturu yaptı: "Gerçek ölümdür. Ona karşı efendice savaştım kılıcımla. Onunla yarıştım Sahra'nın ince kızıl kumlarında. Eğlendim, onunla sarhoş oldum, dans ettim."

Önemli bir farkla. Coşkun, "onunla efendice" ama kılıç yerine kameralarıyla savaştı. Onunla, Sahra'nın ince kızıl kumlarında değil, her yerde yarıştı...

Savaş muhabirliği kadar, savaşa ve insanoğlunun acılarına birebir tanıklık kadar, insan ruhunu incelten ve bilgeleştiren, belki de, hiçbirşey yoktur. Ben, Ortadoğu'nun kan ve barutla kavrulduğu 80'li yılların her diliminde, her yerinde, her seferinde Coşkun'la burun buruna geldim.

Savaş muhabirlerinin arasında, ertesi gün çıkmayabileceklerini bilmekten gelen, inanılmaz bir uluslararası dayanışma vardır. Onlar, aynı "millet"tendirler. Bu, "aynı millet"in hep "iki Türk ferdi" olarak, savaş meydanlarında Coşkun'la randevulaştık. İran-Irak savaşının herhangi bir cephesinde, herhangi bir anda, Lübnan'ın herhangi bir köşesinde, Kudüs'te İntifada günlerinde, Nablus'a giriş-çıkış yasağını atlatıp girdiğimizde; yani, Ortadoğu'nun her belalı macerasında Coşkun'la birlikte olmak, artık sıradanlaşmıştı. Onunla birlikte olmak, tanımlanamaz bir keyif ve heyecandı her seferinde...

Deli cesareti, gerçek tutkusu, meslek aşkı; onu Beyrut kuşatmasının insafsız günlerinde, dünyanın en kurt fotoğrafçılarının arasında parlatıverdi. Herkesten öndeydi. Herkesin önündeydi. Çektiği fotoğraflar, dünyanın en önemli dergilerinin kapaklarını süslemeye başladı. O, artık, "dünya çapında" bir Türk idi. Bir, "uluslararası şahsiyet"...

Şöhretle daha da çocuklaştı. Daha da "bozulmaz" hale geldi. Paris'teki küçük evinin ziyaret edilmesi, onun heyecanla mutfağa koşması ve konuk ağırlaması için, hiçbirşeyle değişmeyeceği mutluluk vesileleriydi.

Dünyanın her köşesine, her köşesine açıldı. Rakipsiz emeğinin ürünü "Haberci" dizisini Türk tv kanallarına taşıdı. "Haberci", Discovery ya da National Geographic gibi kanalların yapıtlarının toplamından daha öğretici, daha ilginç, daha parlaktı.

Coşkun, hep afacan bir çocuk kaldı. İnsan peşindedir hep. İnsanın sıkıntılarının ve acılarının tanıklığını yapmak; onları yansıtmak için çocukça bir telaş içindeki, nesli tükenmiş bir "bilge" tipidir.

Bizim kuşaklar ne şanslıdır ki, ellerinde tuttukları bir "Sözün Bittiği Yer" var. Ben, ne şanslıyım ki, Coşkun Aral benim dostum ve insana kendisini sevmekten başka şans tanımayan o sevilesi kişinin sevdiği birisiyim.

"Gerçek"le "eğlenmene, sarhoş olmaya, dansa" devam et Coşkun. Hep çocuk kal. Biliyorum, elinde değil; öyle yapacaksın, öyle kalacaksın.

Sağolasın...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır