kapat

24.09.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
pandora
Bizim City
Sizinkiler
Rehber
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Te be hepten benevadır bizim kızancağızlar, bol bol kazıklanırlar...

Biliyorsunuz AB'ye üye olabilmenin baş koşullarından biri, insan haklarının güvence altında bulunması...

Türkiye'de ise insan haklarının güvence altında bulunup bulunmadığı tartışmalı...

Oysa 1839'da, Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'nın, o zamanki Gülhane Parkı'nda okuduğu Tanzimat Fermanı'nında, insan haklarının güvence altına alındığı ve bundan böyle de bu güvencenin süreceği açıklanıyordu.

Demek ki, Türkiye 161 yıldır insan haklarını güvence altına alma peşinde..

Kim bunu inkar edebilir ki?

Şayet yerinde infaz, yahut 17 bin faili meçhul cinayet, yahut işkenceler gibi "münferit" olaylar; insan haklarıyla bağdaşmaz görünüyorsa, onlara da gerekçe bulunabilir. Örneğin:

"İnsan hakları, insan olanlara tanınır; bu hakları yok etmeye kalkanlara değil" gibi...

Yahut:

"Yerinde infaz, üstü örtülü bir iç savaşta düşmanla girişilen çatışmalar için kullanılan yanlış bir deyimdir. Çatışmalardan önce 'düşman'la 'suçlu vatandaşlar' biribirinden ayrılarak; 'suçlu vatandaşlar' haklarındaki suç kanıtlarıyla mahkemelere sevkedilmiş; silahlı çatışmalar ise sadece 'düşman'la olmuştur. Bu arada, 'suçlu vatandaşlar'dan elinde uzun menzilli silah olanlar; meşru müdafaa nedeniyle kurşunlanmıştır. Ve ellerinde uzun menzilli silah bulunduğu kamuoyuna açıklanmıştır. Böyle bir uygulama 'yerinde infaz' sayılamaz ve insan haklarına aykırı değildir."

Yahut:

"Yerinde infaz, diye bir uygulama asla olmamıştır. Türk Devleti'ni küçük düşürmek isteyen iç ve dış düşmanların bir yalanıdır bu..."

Faili meçhul cinayetlere gelince...

"Dünyanın her yerinde faili henüz yakalanmamış cinayet vardır. Cinayetlerin failleri yakalandıkça, insan haklarına uygun olarak elbet mahkemelere sevkedileceklerdir. Türk Devleti bir hukuk devletidir ve insan haklarına saygılıdır."

Geriye kalıyor:

"Asmayalım da besleyelim mi?" sözü..

Kılıf uydurmak biraz zor olsa da; aslında bu söz de, insan haklarının güvence altında bulunmadığını göstermez. Vatana millete yararlı olanlar beslenebilir ancak. Vatana millete yararlı olmayanların da, olmasına çalışılır. Bazılarının o sırada asılması, günün koşulları gereği olmuştur. Tıpkı kirli çamaşırların yıkandıktan sonra asılmaları gibi; ülkeyi kirlilikten arındırıp Cumhurbaşkanı olmaya çalışırken de, maalesef oluyor böyle asıp kesmeler. Geçmişte kalmış olayları güncelleştirmeyelim lütfen."

Kala kala geriye sadece işkence iddiaları kalıyor...

Onu da Nasrettin Hoca'nın bir fıkrasıyla çözümleyebiliriz.

Hoca bir gün hamamda müşterilerden birinin altın divitini çalmış. Divitin çalındığı anlaşılınca; hamam tellakları, peştemallarıyla yıkanmakta olan herkesi aramaya başlamışlar. Nasrettin Hoca, yakalanacağını anlayınca, uzun saplı altın diviti kıçına sokmuş... Ama yine de yakalanmış. Tellaklar Hoca'nın kıçından çıkarmışlar diviti. Hoca ellerini açmış şaşkın şaşkın söyleniyormuş:

- Allah Allah bunu da kim sokmuş oraya?

Allah Allah kim yapıyor ki o işkenceleri...

Bektaşi'ye:

- Militer kökenli bir siyasetçi ile sivil kökenli bir siyasetçi arasında ne fark vardır, diye sormuşlar.

Baba erenler:

- Sadece üslup farkı vardır yaptıkları demagojilerde, demiş. Militer kökenli siyasetçiler, sandalı bizzat kendileri sallarken, denizde korkunç bir fırtına olduğuna inandırmaya çalışırlar herkesi.

- Ya sivil kökenli siyasetçiler?

- Onların demagojileri tam tersidir. Tayfun patlamış, dalgalar kabarmış, sandal alabora olmak üzereyken, dümene kurulup sırıtkan bir yüzle:

"- Hava enfes, denizde kırışık yok, pupa yelken gidiyoruz, derler.

1977'de de Türkiye'nin enerji sorunu gündemdeydi. Hatta İstanbul'da bir de Enerji Kongresi toplanmış ve Kongrenin anısına "hatıra pulu" basılmıştı.

O sırada yazmış olduğumuz "Öneri" adlı küçük bir fıkrayı; enerji dar boğazı açısından, 2000 yılında da, günün anlam ve önemini çok açık belirttiği için tekrar yayınlıyoruz:

"- Neden büyük adamlar pullara resimlerini bastırırlar?

Cevap:

- Arkalarını yalatmak için...

İstanbul'da toplanan Enerji Kongresi için pul bastırıyormuşuz.

Ancak enerji konusunda arkasını yalayacağımız pek kimse yok ortada..

O nedenle pulların üstüne kendi elimizin resmini koymalıyız.

Sıkıştıkça hiç değilse avucumuzu yalarız."

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır