Her zaman en büyük
Paşalov, dünya rekoru denerken, uluslararası medyanın önde gelen isimleri Convention Center'ı terketmeye başlamıştı bile.. Sydney Morning Herald "Cep Herkülü sahneden çekildikten sonra rekor kimsenin umurunda değildi ki" diye anlattı olayı..
Herkes o gün oraya dünyanın gelmiş geçmiş en büyük haltercisini izlemeye gelmişti.. Karaborsada 300 dolara satılan biletlerin hepsi onun içindi. O bir efsaneydi.. O bugüne dek akıllara durgunluk veren ağırlıkları kaldırmış, onun yaptıklarını bugüne dek kimse yapamamıştı.. Daily Telegraph'ta Paul Kent "Dünyanın en büyük güçlü adamı, sonunda kaldıramayacağı bir ağırlık buldu" diye yazdı.. "Hayal kırıklığının ağırlığı.."
O buraya şampiyon değil, tarih olmaya gelmişti.. Tarihin ilk ve tek üç kez üstüste Olimpiyat Şampiyonu olan haltercisiydi.. Çinli'ye, Bulgar'a, Hırvat'a, Yunan'a değil, "Tarih"e karşı yarışacaktı.. Bunu "Sensiz Olimpiyatın parıltısı az olur" diyen IOC Başkanı Samaranch aklına sokmuştu..
Naim Barcelona'da da haltere veda etmişti. İki yıl sonra dönmeye karar vermişti gene.. 29 yaş için 2 yıl hazırlık yetmişti. Bu defa yaş 33'tü ve sadece 9 ay hazırlanabilmişti.. Hiçkimse "Neden 145 kilodan başladı?" diye eleştirmeye kalkmasın sakın.. Naim "Tarih yazmak için" 325-330 kilo toplama ihtiyacı olduğunu, bunun için 145-150 koparma ve 180-185 silkme gerektiğini biliyordu..
145'ten başlamak "Sıfır" çekmeyi göze almak, büyüklüğün yanından geçmeyen, büyüklüğü anlamayanların ağır eleştirilerini kabullenmek demekti.. 145'ten başlamak, yürek gerektiriyordu.. Bu yürek Naim'de vardı.. Onu en büyük, hâlâ, gene ve her zaman en büyük yapan yürek..
Naim'in ilk üç altınında salondaydım.. Seul'deki ilkinde, onu "Bin Yılın Haltercisi" yapan kaldırışlarında tüm rakipleri duşa gittikten sonra haltere 5 kilo daha ekletip yarışa başlamıştı.. O gece kaldırdıkları, Naim'i ağır sıklete kadar her kategoride madalyaya sokacak kadar muhteşemdi. Cep Herkülü adı o gün konmuş, Time bu muhteşem adamı kapak yapmıştı.
Gülerek çıkıyordu her defasında soyunma odasından.. Barcelona ve Atlanta'da öyle çıktı hep.. Bu defa.. Bu defa bembeyazdı yüzü.. Bütün kasları gerilmiş, adeta takallus etmişti.. Naim'i hiç böyle görmemiştim.. "Galiba bu iş bu defa bitiyor" dedim içimden.. Bitti de.. 4.madalya ümitleri bitti sadece.. Efsane bitmedi.. Naim'in yaptıklarının fazlasını yapacak bir adam daha çıkmadan bitmez de..
Paul Kent galiba bunu en iyi ifade edenlerden.. "Paşalov altını almış olabilir.. Ama büyüklüğün tamamen başka birşey olduğunu, bu gece keşfetmiştir muhakkak!.."
Şu judo dedikleri
1980 Moskova sırasında Cumhuriyet'te yazmıştım:
"Yahu burası Rusya.. Güreşin nerdeyse milli spor olduğu ülke.. Güreş, salon demeye bin şahit isteyen bir izbede yapılıyor.. 100-150 kişi izliyor. Oysa judo Moskova'nın en yeni, en modern salonunda.. Üstelik tıklım tıklım dolu.. İstikbal judodadır" diye.. Güreş camiasındaki dostlarımı çok kızdırarak.. Los Angeles, Seul, Barcelona ve Atlanta'da da öyle oldu.. Güreşi hep üç-beş yüz kişi izliyor, TRT dışında dünyanın hiçbir televizyonunda naklen yayınlanmıyor, gece yarısındaki özetlerde bile tek görüntü ile yer almıyordu. Oysa judo hep gözdeydi..
Ele verir talkını.. İlgilensene judo ile birazcık..
Naim'in hayal kırıklığı ile Convention Center'den ayrılıyoruz.. "Hüseyin Özkan judoda yarı final maçına çıkıyor.. Hemen yandaki binada" dediler.. Demeseler, iki salon yanyana olmasa, Olimpiyatların ikinci gününde Türkiye'nin ikinci altınını göremeyeceğim, iyi mi?..
Olimpiyat Şampiyonu olacak bir adamımız var, haberim yok.. Bu ayıp da bana hayat boyu yeter..
Gittik.. Zerre anlamıyorum.. Puan nasıl alınıyor, veriliyor, haberim yok.. Sonunda Hüseyin'in eli havaya kalktı..
Finale çıktı. Bu defa az birşey anlıyorum. Puan yok, hakemler ha bire bizimkine ceza puanı veriyorlar. Salon inliyor.. Herkes Fransız.. Biz birkaç Türküz burada topu topu.. Yalnız benim değil, kimsenin haberi yok demek.. Derken Fransız bir oyun aldı.. "Eyvah gidiyoruz" derken, Hüseyin bir karşı oyun koydu, Fransız sırtüstü yapıştı mindere.. Bunu biliyorum işte.. İppon.. Yani tuş.. Yani Hüseyin Olimpiyat Şampiyonu..
Yanına koştuk.. Türkçe'yi pek iyi konuşamıyor.. Etrafa sordum.. Çeçenmiş.. 10 yıl kadar önce gelmiş Türkiye'ye.. Judoya bizde başlamış.. Avrupa Şampiyonu olmuş.. Dünya Şampiyonası'nda gene bu Fransız'la finale çıkmış.. Hakemler vermemişler bizimkinin puanlarını.. Hep ceza puanı işaret etmişler. Puanlar berabere bitince, hakemlerin tercihi ile Fransız şampiyon ilan edilmiş.. Burada da bizimkinin puanları verilmemiş o ana kadar.. Tuş etmese gene halimiz harapmış..
Haa bir de.. Hüseyin Şampiyon olduktan sonra baş ve işaret parmağı ile İBDA-C selamı vermiş.. Hani Uğur Dündar'ın indiği gemiyi kaçıran Çeçenler var ya.. Onların da yakın arkadaşı imiş.. Öyle anlattılar.
Hoca gerek
Halter Türkiye'nin dünyada en iddialı olduğu spor dallarından biri ve dünya çapındaki düzeyine layık dünya çapında hocası yok.. Naim, tarihe karşı yarıştığı gecede tek başına idi.. O geceye hazırlanırken de.. Çalışmalarını planlayacak, yarışma gecesi taktiklerini tartışacak, geçin antrenörü, bir danışmanı bile yoktu..
Dopingten sabıkalı ve cezalı adamlar, dönüp dolaşıp işin başına geliyorlar, Türkiye bir türlü doğru dürüst bir hoca bulamıyordu. Aslında bulmuştu.. Dünyanın en büyük halter hocası, Naim ve Halil'de büyük hakları olan Osman (İvan) Abaciev Türkiye'ye gelmişti.. Ama Türkiye'deki küçük adamlar, koca Abaciev'i yediler.. Naim ve Halil'in getireceği madalyaların parsasını "Antrenörü" adı altında yemek için Abaciev'den kurtulmaları gerekiyordu.
Türk spor teşkilatı da bu ufak adamların oyununa geldi.. Tıpkı Şahmuradov ve Sapunov gibi, hep şampiyonlar yetiştiren bir hoca, Abaciev yollandı.
Naim'in gecesinde kürsüdeki üç adamın da Abaciev'in çocukları olması tesadüf değil..
Birinci Paşalov Bulgar'dı aslında.. 50 bin dolarla izin alınmıştı, Hırvat forması ile yarışması için.. İkinci Sabanis'i Yunan Milli Takımı'nı çalıştırırken keşfetti Abaciev.. Minçev zaten Bulgar.. Naim'i de biliyorsunuz. Biz bu Abaciev'i kaçırdık işte..