Dün sabah küçük bir grup basın mensubuyla birlikte Hidiv Kasrı'nda Erbakan'la kahvaltı ettik.
Erbakan'ı son görüşüm, bundan üç yıl kadar önceydi. 28 Şubat'ı izleyen aylarda, yine böyle bir grup, Erbakan'la yemek yemiş, o konuşmuş biz dinlemiştik.
O gün partisi iktidardan alaşağı edilmiş mağdur bir başbakandı. Bugün de, hapse girmek üzere olan bir "düşünce suçlusu"... Aradan geçen üç yılda gerek toplumda, gerek devlet katında, gerekse İslami kanatta önemli değişimler yaşanmış, başta Fazilet Partisi birçok kurum ve kişi önemli dönüşümler geçirmişti.
Ama baktım da, Erbakan yine aynı Erbakan'dı.
Toplantının konusu "Türkiye'de demokrasinin nasıl gelişeceği" idi.
Önce bize uzun uzun demokrasinin gelişmesinde basının ne kadar önemli rolü olduğunu anlattı. Ve bu bölüm bana kalırsa biraz tereciye tere satmaktı. Ardından yaptığı 20. Yüzyıl değerlendirmesinde yine "İslamı boğmak isteyen Batı" tahlili vardı. 28 Şubat'ı yine üç yıl öncesi gibi, "ekonomik çıkarlarına çomak sokulan bir grupla bir kısım medyanın marifeti" olarak tahlil ediyor, uzun uzun Refahyol döneminin ekonominin idaresinde ne kadar başarılı olduğunu anlatıyor; bu arada lafının arasına, zamanın Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın "ordudaki reel ücretlerin hiçbir dönemde bu kadar yüksek olmadığı"nı söyleyerek kendisine teşekkür ettiğini sıkıştırmayı da ihmal etmiyordu.
28 Şubat Kararları'nı imzalamıştı, çünkü aslında onlar "karar" değil, hükümetin incelemesine sunulmuş tavsiyelerdi. Bugün garnizon komutanlarını bölgedeki "irticacı" vali ya da kaymakamların "ayıklanmasında" yetkili kılan Başbakanlık Kriz Masası Yönetmeliği'ni imzalamıştı, çünkü onun deprem, heyelan, sel felaketi gibi haller için kullanılacağını sanmıştı!
Konu demokrasinin gelişmesi olduğundan ve Erbakan demokrasi sözcüğünü her cümlesinde en az bir kere tekrarladığından, lafın parti içi demokrasiye gelmesi kaçınılmazdı.
Düşünce suçu kavramına bu kadar veryansın eden, "herkes istediğini söylese kıyamet mi kopar" diyen Erbakan, Fazilet içindeki yenilikçi kanadı tasfiye çabaları için ne düşünüyordu?
Soruyu birkaç kez geçiştirme denemesinden sonra ısrar üzerine verdiği cevap ibret vericiydi:
Ülkenin selameti, halkın mutluluğu ve refahı için gayret gösteren bir politik hareketin yıpranmasına, güç kaybetmesine yol açacak eleştiriler ve davranışlar elbette hoş görülemezdi. Partinin yüksek çıkarları söz konusuysa işte orada durulmalıydı!
İşin garibi, bunları söylerken, az önce demokrasi ve düşünce özgürlüğü bağlamında söylediği her şeyi silip süpürdüğünün farkında bile değildi. Yıllardır devleti yönetenlerin, "devletin yüksek menfaatleri" diye söze başlayan herkesin, onun Fazilet için söylediğini, bütün ülke için tekrarlamaktan başka birşey yapmadığını görmezden gelmiyordu. Bir zamanların 141-142'sinin, bugünün 312'sinin, 159'unun hep aynı mülahazalarla getirildiğini ve işletildiğini; bizzat kendisinin böyle bir mantık sonucu hapse girmek üzere olduğunu bilmezmiş gibi davranıyordu.
Kısacası Erbakan yine bildiğimiz Erbakan'dı. Kırk defa "demokrasi" demekle demokrat olunmuyordu. Ama tabii haksızlığa uğradığında arka çıkılmayı hakedenler yalnızca demokratlar değildi.
Toplantıdan ayrılırken karar verdim.
Şahsen bundan böyle çok önemli bir durum olmadıkça bu tip davetlere gitmeyeceğim.
Sakıncalı bulduğumdan değil, sadece sıkıldığımdan.
Sayın Erbakan'a bir baskı olursa, haksız yere tutuklanırsa, siyasetten yasaklanırsa, parti kapatılırsa yazacağım yazıyı davetine gitsem de gitmesem de nasılsa yazarım.
Ama incir çekirdeğini doldurmayan ve hiçbir yönüyle "exclusive" olmayan bu konuşmaları dinlemek de demokrat olmanın icabı değil herhalde...