1990 yılında, daha sonra Gorbaçov'un "hayatının en büyük hatalarından biri" olarak andığı katliamın, "Yanvar hadisesi"nin ardından onu bulmak için yollara düşüşüm. Moskova'ya Komünist Partisi'nin son kongresini izleme bahanesiyle gitmiştim. Asıl amaç, Moskova'dan Baku'ya gidip, onu görmek ve tanımaktı. Binbir engeli aşıp, ilk kez Baku'ya ayak bastığımda çocuklar gibi sevinmiştim. Gece sokağa çıkma yasağı vardı. Rus askerleri köşeleri tutmuştu. Ebulfez Elçibey ve Halk Cephesi, yeraltındaydı. Ne gam. Gece sokağa çıkma yasağının başlamasına yakın saatlerde, "Bey"in yakın çevresiyle buluşup, "Bey"le haberleşiyorduk. Gizlice Karabağ'a gitmişti.
Ardından bağımsızlık geldi. Mehmet Emin Resulzade'nin "Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmez" dediği 1920'nin Azerbaycan bayrağı yine yükseldi. Bey, muhalefetteydi. Türkiye'nin Baku'yu aşındırmaya başlayan yetkilileri, onunla görüşmekten kaçınıyorlardı. İlk kez, Hikmet Çetin, Dışişleri Bakanıyken 1991 sonbaharında Baku'da Halk Cephesi merkezini ziyaret etti ve Ebulfez Elçibey'le bizim de bulunduğumuz görüşmeyi yaptı. Elçibey, masanın karşı tarafında dimdik, bir vakar abidesi gibiydi. O, "Bey"di. Hep de öyle kaldı zaten.
Kısa süre sonra Azerbaycan'ın seçimle iktidara gelen ilk Cumhurbaşkanı oldu. Türkiye'ye ateşli bir aşkla bağlı bir kardeş Cumhurbaşkanı. Türkiye'ye ilk ayak bastığı dakikalarda, Çırağan otelinin bahçesinde beraberdik. Aklı, Zeki Velidi Togan'ın mezarını ziyarete takılmıştı. Bizim yetkililer, Zeki Velidi adını bilmiyorlardı ki, mezarını bilsinler.
Turgut Özal'ın, ölümünden birkaç gün önceki Baku ziyaretinde yine gördüm onu. Cumhurbaşkanlığı konutunun önünde, üşümesin diye Özal'I kendi ceketiyle sararken. Gülistan Sarayı'nda verilen akşam yemeğinde "Çırpınırdı Karadeniz"i dinlerken ağlamaya başlamıştı. Bir hafta sonra, Kocatepe Camii'nin avlusunda Özal'ın tabutunu beklerken yanyanaydık. Yine dimdik duruyordu; yine gözünde yaşlar. Duygusal Cumhurbaşkanı. İnsan. "Bey".
Turgutbey, ölümünden tam iki gün önce, Baku'dan Ankara'ya dönerken uçakta bana "Bu Elçibey o kadar iyi bir insan ki." demişti, "Eğer o giderse, korkarım, sadece Azerbaycan değil; Türkiye'nin Orta Asya bağlantıları da gider." Acaba"Yeni Ankara" niyetlerini mi sezmişti?
Aradan iki ay geçti. Elçibey'i devirdiler. Olay, kayıtlara "Rus darbesi" diye geçti. Oysa, Türkiye'nin yeni yöneticilerinin kendisinin devrilmesinden yana davrandıklarını da biliyordu. Darbeye karşı koyabilirdi. İktidar uğruna tek bir Azeri kanı dökmemeyi düşünecek kadar "romantik" idi. O, "Bey"di. Baku'yu bıraktı; Nahcıvan'ın en ucunda doğduğu köy Keleki'ye çekildi. Keleki'ye koştum. Küçük bir kulübe; bir çıplak masa, bir de sandalye. Keleki'de bir gün olsun, ne bana kendi deyimiyle ifade ettiğince "Türkiye'nin serdarları"na, açıktan sitem etmedi. Dört yıl, yine dimdik, bir "Bey" olarak; yasal Cumhurbaşkanlığı süresinin bitimini bekledi ve Baku'ya döndü.
İktidarın tekrar ufukta göründüğü günlerde, aniden ve erkenden bu dünyadan göçtü. Günlerdir, ardından ağıtlar düzülüyor.
Elçibey, alışılmadık türden dobra, derviş, aksakal kimlikli, erişilmez yücelikte bir ruh soyluluğuna sahip, bir Türk lideriydi. Kısacası:
O, "Bey"di.