kapat

26.08.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Arbeta
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
İPEK CEM(ipek.cem@sabah.com.tr )


Halkçılık Rüzgârı

Son günlerde gündemdeki popüler konulardan biri de 'halkçılık.' Aslında Atatürk ilkeleri arasında da yer alan bu olgu, her zaman siyasetin vazgeçilmez unsurlarından biri olmuştur. Yalnızca Türkiye'de değil, dünyada da, hükümetler ve liderler halkı anladıkları, onu memnun ettikleri müddetçe başarılı olmuşlardır. En azından teoride ve görüntüde durum budur.

Bahsettiğimiz halkçılık 'trendinin' bir göstergesi de son günlerde kamuoyunda giderek sıklaşan Öteki Türkiye tartışmaları. Hafta içinde mendil satma teşebbüsü buzdolabında son bulan Leyla'nın yaşadıkları, bu tartışmaları bir kez daha su yüzünde çıkardı. Diğer taraftan da, örnekleri çoğalan 'sade lider' görüntü ve söylemleri kamuoyunun dikkatini çekiyor. Bu görüntüler de halkçılığın 'sembolik bir versiyonu' olarak değerlendirilebilir.

Türkiye siyaset sahnesindeki aktörlerden bir kısmı, politikayı bir 'Türkiye Sevdası' olarak değil de, bir güçler konsolidasyonu olarak algılamaktalar. Siyasete atılmaktaki hedefleri, ülkenin bir sonraki çıtaya ulaşmasından çok, kendileri ve etrafındakilerin 'belirledikleri bazı özel çıtalara' ulaşmaları. Yolsuzluk ve kayırmacılık örnekleri, halkın siyasetçiye olan güvensizliğinin en önemli nedeni. Bazı partilerde bu hastalık daha fazla başgösterse de, sanırız her politik kurumun içinde yaşanabilecek bir olay.

Durum böyleyken, Türkiye çok farklı unsurları bir arada barındıran bir koalisyon hükümetiyle yaşamını sürdürüyor. Esasen, koalisyonun daha fazla sandalye sahibi ilk iki üyesi, DSP ve MHP, zaten halkın 'kendi çıtalarını yükseltmeye çalışan' politikacılara olan güvensizliği doğrultusunda, seçimden daha avantajlı çıkmış durumdalar. Diğer bir deyişle, 'halka dönüş' trendinin ilk sinyalleri, oy sandıklarından gelmişti. Aynı trende ivme kazandıran diğer bir olay ise, deprem felaketiydi. Tek başına depremden çok, halkın, sivil toplum örgütlerinin ve devletin depreme olan reaksiyonları, 'halkçılık' anlamında taleplerin arttığı, hataların hoşgörülmediği bir zemin hazırladı.

Burada gerçek 'halkçılık arayışları' ile 'sahte'leri arasındaki farkı anlamak güçleşebiliyor. Devlet görevindeki kişilerin en önemli sorumluluğu, halkın faydasına karar ve adımların atılmasını sağlamak. Bu çerçevede zamanlarını verimli kullanmak, en iyi en doğru bilgiye, bir sonraki toplantılarına ve dünyadaki uygulama örneklerine en kısa zamanda ulaşmaları gerekiyor. En iyi danışmanlar, en yeni teknoloji ve en derin bilgilerle donatılmaları gerekiyor. Hedef böyle olduğunda, en eski bilgisayar veya tarifeli uçaklarla yapılan yolculukların, Türkiye'ye ne denli yarar sağladığı 'tartışılabilir'.

Esas kaynak tasarrufu, siyasetçi kimliğiyle, 'menfaat kapısı' kimliğini karıştıranların engellenmesiyle sağlanabilir, örneğin. Türkiye, en fazla ve en hızlı olarak bu alanda kaynaklarını boşa harcayan bir ülke. Toplumsal sorumluluğu olan kişilerin, Türkiye siyasetini bir 'iş bitirme' ortamı olarak kullananlardan arındırmama konusunda harcayacağı mesai, öncelikli olmalıdır. Bu temizlik, haftalarca gündemi meşgul eden bölücü ve irticai memurların ayıklanması kadar önemli bir konudur.

Türkiye bir 'görüntüler' ülkesinden 'içerikler' ülkesine evrimleştiğinde, gerçek anlamda gelişme ve toplumsal refah sağlanabilir. Oy için başörtü takan, kişisel ihtiraslarını toplumun önünde tutan, görüntüyle 'reyting' yapan siyasetçilerle değil.

Halkçılık bir imaj değil, bir 'ilke' değil miydi?

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır