kapat

26.08.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Arbeta
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Bu ne tuhaf sevgi...

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Kanun Hükmünde Kararname konusunda Anayasa'ya uyulmasını talep etmesi bile hükümeti alt üst etmeye yetti.

Oysa ki, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in kurallarına özen gösterilmesini istediği 1982 Anayasası, Sezer'in Anayasa Mahkemesi Başkanı iken de belirttiği gibi "çağdaş hukuk devleti" anlayışından çok uzak bir Anayasa. Askeri rejim ürünü olan metin, sadece temel hak ve özgürlüklere aşırı kısıtlama getirmekle kalmıyor, bir de hukuk devletinin "olmazsa olmaz" kuralı olan idarenin kararlarının yargıya açılmasını önlüyor.

İşte hükümet bu çarpuk çurpuk Anayasa'ya bile uymakta zorlanıyor. Bir de evrensel ölçüde gelişmiş bir Anayasamız olsa, acaba ne olacak?

"Hukuk devleti" ne demek ki?
Türkiye Cumhuriyeti'ni bürokrat kadrolar kurdu. Bu kadroların siyasal anlayışını ise İttihat ve Terakki Partisi oluşturdu. Biraz o günkü şartların zorlamasından biraz da İttihatçı geleneğin aşılamamasından olsa gerek "hukuk devleti" Cumhuriyet "mefküresi" içinde yer almadı.

Devletin tümüyle bir hukuksal varlık olduğu bilinci hiç bir zaman gündeme gelmedi, bunun yerine başka "idealler" ikame edildi. Halbuki, devlet örgütü hukuk kuralları dışına çıkınca, toplum çeteleşiyordu. Pazusu kuvvetli olanın, her şeye ve her yere hakim olduğu bir "orman yasası" o ülkeyi ele geçiriyordu.

Üstelik, devletin kendi koyduğu kurallara uyma zorunluluğu daha 1215'de Magna Carta Anlaşması'yla insanlığın malı olmuştu. İngiltere'deki ilk Anayasal belge olan ve kralın yetkilerini sınırlayan Magna Carta Anlaşması'na göre, hükümdarın söz verdiği yükümlülükleri yerine getirmemesi "meşru direnme hakkını" doğuruyordu.

1215 nere, 1938 nere?
Avrupa'nın 1215'den itibaren geliştirerek yaşamına soktuğu "hukuk devleti" kavramı ile Türkiye 1938 yılında tanıştı. Sıddık Sami Onar'ın bu tarihte yayınlanan "İdare Hukuku" kitabında, "hukuk devleti" kavramından ilk kez sözedildi. 1961 Anayasası'na kadar da bizim anayasalarda "hukuk devleti" kavramı yer almadı.

Bu kavram 1982 Anayasası'nda da var ama adet yerini bulsun kabilinden içi boş bir kavram olarak var. Nasıl Ecevit hükümeti nutuk atmaya gelince "hukukun üstünlüğü" ve "hukuk devleti" kavramlarını bol keseden savuruyor ama kararname hazırlamaya gelince hukuka boşveriyorsa, Anayasa da sadece lafını söylemekle yetiniyor. Örneğin, idaresinin kararlarını yargıya açmayan bir devlet "hukuk devleti" tanımına girmiyor. Ama bizde Askeri Şüra kararları yargı denetimi dışında.

Cumhurbaşkanı, Anayasa'nın bir çok çarpıklığının yanısıra bu garipliği de bu nedenle sık sık eleştiriyor.

Rejimin adı ne?
Türkiye'de "hukuk devleti" isteyenler, mevcut rejim "demokratik" olmadığı ve hukuka değil de güce dayandığı için "rejim muhalifi" sayılıyor.

28 Şubat Darbesi'nden başka sığınacak yeri kalmamış gibi gözüken Bülent Ecevit'in, hukuka uyulmasını isteyen Cumhurbaşkanı'nı inanılmaz bir fütursuzlukla "rejim düşmanlarını yüreklendirmekle" suçlaması da bu yüzden.

Eğer Meclis de bu kararnameyi reddederse acaba Başbakan Meclis'i de "rejim düşmanlığı" ile mi suçlayacak?

Ayrıca "bölücülük, irtica ya da yıkıcılık" suçlamalarının tanımı ne? Bunu kim, neye ve hangi kıstasa göre belirliyor?

Bu ülkede daha düne kadar, herkes "komünistlikle" suçlanmadı mı?

Yazdığı kompozisyonda Lenin ile Atatürk'ü kıyasladığı için 15 yaşındaki ortaokul öğrencisi Gürbüz Şimşek'i, kırmızı ışıkta gitar çaldıkları için "rejim düşmanı" muamelesi gören öğrencileri unuttuk mu?

Susurluk Çetesi zararsız mı?
Uyuşturucu kaçakçılarının, telle adam boğan insanların devlet tarafından yeşil pasaportla ödüllendirildiği bir ülkede, hukukun üstünlüğünden söz edilebilir mi?

Hukukun böylesine kenara itilmesi, "hukuk dışına" çıkmanın böylesine yüceltilmesi Türkiye'nin önünü tıkamaz mı?

Bugünkü fakirliğin, enflasyonun, yolsuzluğun, gelişmemişliğin, bir depreme otuz bin kişiyi feda etmenin nedeni hukuk mu, hukuksuzluk mu?

Avrupa kapılarında böylesine boynu bükük, neredeyse aşağılanarak beklememizin nedeni hukuka uymamız mı yoksa uymamamız mı?

Belki de hukuk isteyen cumhurbaşkanına yönelik asılsız saldırıların temelinde Avrupa Birliği'ne girmemiz halinde ayrıcalıklı konumlarını kaybedecek olan güçlerin direnişi vardır, diye düşünüyor insan.

Cumhurbaşkanı'yla pençe pençeye gelenlerin Susurluk Çetesi konusundaki sessizlikleri, bankaların içini boşaltıp, devletin parasıyla keyif çatanlarla ilgilenmemeleri, bu insanların "devleti korumaktan" başka amaçları olduğunu kaçınılmaz olarak akla getiriyor.

Adalet sistemimizin çıkmazlarına, eğitim ve sağlık sorunlarına, devlet görevlilerinin çetelere katılımlarına, deprem tehlikelerine, işsizliğe, on milyon insanın açlık sınırında yaşamasına aldırmayanların yalnızca "irtica"yı tehlike olarak göstermeleri, doğrusu onların samimiyeti konusunda ciddi kuşkular yaratıyor.

Ecevit kimin temsilcisi?
Eğer toplumun gelişmesini, Avrupa'yla bütünleşmesini gerçekten isteselerdi Cumhurbaşkanı "hukuk devleti" dediği için böylesine taciz edilmez, Başbakan tarafından da akıl dışı bir şekilde suçlanmazdı.

Türkiye "Avrupa Birliği" yanlıları ile bunun gerçekleşmesi halinde egemenliklerini kaybedecek olanların karşı karşıya geldiği bir dönemi yaşıyor. Bir yanda "hukuk değil devlet önemli" deyip, Susurluk Çetesi'ni içine sindirerek Türkiye'nin kapılarını dünyaya kapamak isteyenler var.

Diğer yanda da, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere buranın kurallara uyan çağdaş bir ülke olmasını isteyenler... Devletin kendi yasalarına saygı göstermesini ve asla çeteleşmemesini arzuluyorlar.

Bu iki taraf arasındaki son çatışma bir ümit yarattı.

Sanırım, Cumhuriyetin başından beri gerçekleşmeyen bu rüya gerçekleşecek. Halkın desteğini alan Cumhurbaşkanı bu umudun ilk müjdecisi.

Kaybedecek olanların şirretliği de, bu umudun ciddiyetini kanıtlıyor aslında.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır